Tüm Ağıtlar Mavidir

Balıktan dönen takaların motor sesleriyle uyanıyorum bir ekim sabahına daha. 1982 yılının 287. günü bugün. Vücut saatlerine göre yaşayan bu sardalya kokulu adamlar, ailelerine ve karaya yine aynı saatte dönüyorlar. Tüm gece seviştikleri ve şehvetlerini arıttıkları sevgililerini mavi yatağında bırakıp, nikahlı karılarına gidiyorlar usul usul.


Üç yıl önce bu ufak balıkçıyı açtığımdan beri, bu zamparaların ?zina? dönüşlerine kuruyorum alarmımı. Zira, balığın en güzeli bir saat içerisinde tükenecek, her sabah olduğu gibi. Sırtıma mavi gömleğimi geçirip, balık haline doğru yola çıkıyorum.

Çarşının girişinde, Hristo amcanın anason esanslı selamını alıp, adımlarımı sıklaştırıyorum. Acelemin asıl sebebi levreğin tazesine duyduğum hastalıklı sevgi değil aslında. Bugün günlerden perşembe, ve ben, ardımda herşeyi bırakıp, bu sahil kasabasına yerleştiğimden beri ilk kez, bugün göreceğim Asya?yı.

Eros?la çok eskilere dayanan ahbaplığımın vesilesidir Asya. Sarı saçlı komşu kızı. Esrarların selam durduğu, rakıların secde ettiği, 1.60?lık bir dilber. En güzel, en şehvetli, en izsiz hayallerimi O?na borçluyum.

Babam ben üç yaşındayken vefat etmiş. Ondan ardakalan tek şey, senelerce annemle beraber oturduğumuz Bostanlı?daki ev olduğundan, hep üç oda bir salon tahayyül ettim rahmetliyi. Uğruna, misket savaşlarında, ilk ?emekçi? terlerimi döktüğüm Asya ile, karşılıklı evlerde büyüdük böylece. Elazığ?lı bakkal Muharrem?den aldığım ithal çikolatayı, hiç düşünmeden ona verdiğim günden beri, aşığım ona. Deniz kokulu, minik gözlü Asya?

Biz hiç birlikte olamadık Asya?yla. Önceleri vergi dairesinde çalışan nemrut babası görüşmemizi yasakladı niyetimi anlayınca. Sonra da güdümlü ?aidiyet? hissinin bizi savurduğu saf tutuşlar? Kırmızı atkıyı boynuna dolayınca bir başka güzel oldu Asya. Özgür, namuslu, devinen, örgütlü bir aşk tanrıçası?Güneşimi ?kuzeyden? doğuracak kadar da asi. Tabiata bile? Ama her ne olduysa, aynı yolun yolcusuyken bile ayrı düştük Asya?yla. O mu çok hızlı koştu, yoksa ben mi ürkek davrandım bilemiyorum, fakat O?na yetişemeyeceğimi anladığımda, bıraktım o yolda yürümeyi. O gün bugündür de, pederden kalan evi satıp açtığım bu balıkçıyla meşgulüm. Herkesden,herşeyden ve Asya?dan uzakta?

Geçen hafta bugün geçti elime mektubu. Cezaevindeymiş. Atkısını da almışlar boynundan. Beni görüşe çağırıyor, Asya. Malını iyi tanıdığı için, geleceğimden emindir. Halden dükkana, elimde o koca kasayla kan ter içinde koşuşum da haklı çıkarmıyor mu onu?
Balıkları dolaba yığar yığmaz, dükkanı Mehmet?e emanet edip, elden düşme Ford?uma atlıyorum. Öğleden evvel şehirde olmalıyım. Yolda, tam karşıdan gözümü alan güneş, Asya?ya inat doğudan doğmuş yine besbelli. İçimde garip bir korku var. O?nu üç yıldır görmüyorum. Değişti mi acaba, sigaranın fiyatının ya da ?okunması? gereken kitapların değiştiği gibi? Belki de evlenmiştir Asya. Çocuğu olmamış olsa bari?

Cezaevine geldiğimde arabayı park edip, usulca kapıya doğru seğirtiyorum. Yersiz bir telaş içinde bedenim. Burayı yakıp, Asya?yı elinden tuttuğum gibi çıkarmak geçiyor içimden. Vazgeçip, bir sigara yakıyorum, varlığıma bin bir küfür eşliğinde.
Kuru, karanlık bir oda? Çift katlı ufak pencerelerden belli belirsiz, gün ışığı sızıyor içeriye. Hapishanenin daimi mahkumu tahta sandalyeler, isyana çeyrek kala, görüşe gelenlere son güçleriyle kıçtan destek veriyorlar. En azından hepsi tek tip.
Bir kadın karşıdan bana doğru geliyor. Saçları kısacık ve bakımsız. Omuzları yer çekimine teslim. Burnu kemerlenmiş, bilekleri bir çocuğunkini andırıyor. Kolları çürük içinde.Yürüdükçe pantolonunun paçalarından hastalık akıyor. Ama hala yere sağlam basıyor. Gözlerinden tanıyorum onu. Esaretten bir zemini çiğneyerek attığı her adımda, biraz daha yaklaşıyor bana. İlk gençliğim? Ruhumun ilk koşulsuz teslimiyeti. Mahalle kasabının ekoseli yeleği. Siyah önlüğümün yakası. Rüstem?in mızıkası. Konak İskelesi?nin, zamana başkaldırıp, çalışmamak üzere duran saati. ?Korkudan? yapılmış, eğreti bir kafeste, çıkışa yürüyen bir aşk tanrıçası?

Uzun bir süre ikimiz de konuşamıyoruz. Bedeninde eskiden ardakalan tek şey olan gözlerine bakıyorum sadece. Sesi, eskisinden çok farklı. Cılız bir tonda neler yaptığımı soruyor bu üç yılda. Dükkanı, yerleştiğim kasabayı, yeni hayatımı anlatıyorum bir çırpıda. Gülümsüyor arada. Gözlerim, yüreğime, gülüşünün de değişmediğini fısıldıyor. Neden içeride olduğunu sorduğumda, sadece gülüyor bana.

Elleri her zamankinden daha minik. Kemikli. Hala çok güzeller. Cesaretimi toplayıp, ellerini avuçlarıma alıyorum.

?Ne zaman çıkacaksın buradan, daha ne kadar var?? diye soruyorum.
?Çıktığımı göremeyecek kadar? diyor. Midem bulanıyor, fakat içimde onunla geçirdiğim güzel günler dışında hiçbir şey olmadığından, O?nu hüzünlendirmemek için kusmuyorum. Bir süre daha sadece bakışıyoruz. Cebinden eski bir fotoğraf çıkarıyor. Gardiyanlara göstermeden, masanın altından elime tutuşturuyor. Yanığıma bir buse kondurup, belki de bedeninde kalan son güçle, ardına bakmadan kalkıp, gidiyor.

Bir süre kalkamıyorum oturduğum yerden. Şimdi daha sıcak, daha ıslak burası. Asya?yı ?içeride? bırakıp bir kez daha kendimi ?dışarı? atıyorum.Arabaya yine Asya?dan gitmek üzere biniyorum. Böğüre böğüre ağlıyorum yol boyunca, midem biraz olsun rahatlıyor. Balıkçının önüne gelip, arabadan inince, elimi cebime atıp, Asya?nın verdiği fotoğrafa ilk kez bakıyorum. Senelerce O?nun odasında, duvarda asılı duran bu fotoğrafı hemen hatırlıyorum. Lenin her zamanki ciddiyetiyle bakıyor avuçlarımdan bana.
Ağır adımlarla dükkana giriyorum. Güneşin ?batıdan? batmasına daha birkaç saat olduğundan müşteriler gelmemiş henüz. Kasanın altından bir çerçeve çıkarıyorum. Fotoğrafı özenle yerleştirip, rahmetli annemin fotoğrafının yanına asıyorum. Geldiğimi duyan Mehmet, mutfaktan çıkıp,
?Hoşgeldin usta? diyor. Duvara, annemin yanına iliştirdiğim fotoğrafı görünce,
?Hayrola usta, rahmetli baban mı yoksa?? diye soruyor.
?Evet? diye kestirip atıyorum. Kendime bir kadeh rakı koyup, fotoğrafın karşısındaki masaya ilişiyorum. Asya?nın, o uzun yolda, git gide gözden kayboluşu geliyor zihnime. Sigaranın ucuzundan pahalısına, düşüncenin pahalısından, yokluğuna terfi ettiğim günler? Asya?nın ölgün bedeni? Cılız sesi? Demir soğuğu elleri? Ve dökülen onca katrana rağmen, gözlerinin değişmeyen, bakire mavisi?
Fotoğrafa uzun uzun bakıyorum. Bugün 1982 yılının 287. günü. Ve ben, Asya?yı benden alan Eylül?e inat, bu ufak sahil kasabasının, salaş balıkçı dükkanında, ne Mehmet?e, ne de kimseye haber vermeden, Ekim Devrimi?ni başlatıyorum?



Comments are closed.