Yayın Patlaması: Yıllara Göre Yayın Artış Hızı ve Türkiye’de Durum

Posted by reference on March 07, 2022
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Merhaba,

Dünyanın en önemli atıf indekslerinden biri olan Scopus’ta yıllar itibariyle bütün dünyada üretilen yayın sayıları, merakımızı çekti. Buna göre yıllık yayın artışı;

1950 yılında 100 binin üzerinde

1973 yılında 500 binin üzerinde

1994 yılında 1 milyonun üzerinde 

2006 yılında 2 milyonun üzerinde

2016 yılında ise 3 milyonun üzerinde görünüyor.

Scopus verilerine bakıldığında önümüzdeki bir kaç yılda dünyadaki yayın sayısının 4 milyonun üzerine çıkacağını tahmin ediyoruz.

Dünyada en çok yayın üreten ülkelere baktığımızda 20. sırada yer alan Türkiye’nin de durumunu masaya yatıralım:

2001 yılında 10 binin üzerinde

2005 yılında 20 binin üzerinde

2009 yılında 30 binin üzerinde

2013 yılında 40 binin üzerinde

2019 yılında 50 binin üzerinde

2021 yılında 67 binin üzerinde

Bu verilere bakıldığında ülkemizin yayın sayısında da önemli artışlar olduğu görülmektedir. Önümüzdeki  iki üç yılda 100 bin sayısına erişeceğimizi tahmin ediyoruz. 

Bilgi Merkezi

 

 

Kendi Alanınıza Özel İndeksler Tasarlayın! Nasıl mı?

Posted by reference on March 07, 2022
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Merhaba,

Birçok bilim alanına özgü, özel olarak hazırlanmış indeksler vardır. Matematik alanında MathSciNet, kimya alanında  CAS (Chemical Abstract Services), bilgi ve belge yönetimi alanında LISA (Library and Information Science Abstracts) gibi pek çok özel indeksler mevcuttur. Literatür taraması yaparken öncelikle kendi konunuza özgü bu tür kaynakların taranması önerilir.

Son zamanlarda veritabanlarının tarama özellikleri bütün konular için bu tür özel indekslere ulaşmamıza yardımcı olabilmektedir.

Web of Science’ın tarama kriterinde kendi alanınızla ilgili konu başlığını seçtiğinizde o alanda çıkmış bütün kaynaklara erişme şansınız vardır. Üstelik özel olarak hazırlanmış indekslerden daha faydalı olabilmektedir; çünkü sadece sizin alanınızla ilgili çıkmış dergiler ya da diğer kaynak türleri değil, bu konu kategorisine giren bütün bilgi kaynakları taranarak önünüze çok daha zengin bir indeks gelebilmektedir. Aşağıdaki görseli tıklayıp büyüttüğünüzde Malzeme Bilimi ile ilgili olabilecek bütün konu başlıkları seçilip tarandığında 3.711.000’den fazla kaynağın bilgilerine erişebileceksiniz. 

  

Bu kaynaklar içinde tarama yapmak, işin kolay kısmı. Siz yine de “Bire birde nasıl yapabiliriz?” konusunda destek almak isterseniz reference@sabanciuniv.edu adresinden bize ulaşabilirsiniz.

Saygılarımızla,

Bilgi Merkezi

Aynı anda birden fazla dergi içinde nasıl tarama yapabilirsiniz?

Posted by reference on February 28, 2022
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Aynı anda birden fazla dergi içinde nasıl tarama yapabilirsiniz?

 

Birden fazla dergiyi bir araya getirip aynı anda taramanın çok basit bir yolu var. Bunun için Scopus ya da Web of Science veritabanlarını kullanabilirsiniz.

Örnek olarak Scopus’u ele alalım. Uygulama adımlarını birlikte yapalım:

Veritabanları sayfamızdan Scopus’u seçin.

Scopus veritabanının ana sayfasında “Documents” ana başlığıın altındaki “combo box”tan Source Title’ı seçip ilgilendiğiniz derginin adını yazın.

İkinci derginin adını yazmak için “Add search field” kısmına tıklayın.

Burada da Source Title olarak ikinci derginin başlığını tarayın.

Üçüncü dergi için de aynı adımı takip edin.

Bu üç tarama kutucuğunun aralarına da “Boolean Operator”lerden “Or”u eklemeyi unutmayın.

Tarama butonuna tıkladığımızda, 43.000’den fazla kaynağın milyonlarca makalesini karşımıza getiren Scopus’tan sadece bu 3 derginin sonuçlarını getirmesini isteyeceğiz. “Gelen sonuçlar içinde tarama yapmak için de “Search within results” kısmından taramanızı gerçekleştirebilirsiniz.

Dilediğiniz kadar dergiyi, bu şekilde özelleştirerek tarayabilirsiniz.

Bilgi Merkezi

Karar verme sürecinde “10-10-10 modeli”

Posted by reference on August 16, 2018
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Hayat ve Diğer Hastalıklar başlıklı Alper Hasanoğlu imzalı bir kitaptan işinize yarayacak bir alıntı yapmak istiyoruz. Alper Hasanoğlu bir psikiyatr. Bu kitabında, yazmış olduğu denemelerinden birinde karar verme sürecinde insanların ne kadar sıkıntı yaşadığını gözlemlemiş ve bu konuyla ilgili edindiği bilgilerden yola çıkarak 10-10-10 modelini okuyucularıyla paylaşmış. Biz de sizinle paylaşalım istedik:

“Bir karar alırken, kişi çözülmesi gereken sorunla ilgili mümkün olduğu kadar çok bilgi toplamalı ve kendine şu soruyu sormalıdır: Bu kararın 10 dakika, 10 ay ve 10 yıl içinde hayatıma nasıl  etkileri olacak? Zamansal olarak farklı perspektiflerin, alacağımız kararın hayat ideallerimizle uyuşup uyuşmadığını görmemizde oldukça işe yarayacağını söylüyorlar. Örneğin bir adam sevgilisinin, işinde onunla birlikte çalışmak istemesiyle ilgili bir karar vermek zorunda olsun. Evet demesinin kız arkadaşını mutlu edeceğini biliyor ama işe bakış tarzları çok farklı ve sık sık ters düşecekleri çok açık. 10 dakika sonra herkesin kendini iyi hissedeceği belli. Kabul etmezse Üçüncü Dünya Savaşı çıkacakmış gibi bir hisse sahip bu arada. Ama 10 ay sonrayı düşündüğünde, itiraf etmek zorunda ki, durmadan karşı karşıya gelmek ilişkilerini yıpratacak çünkü gün içinde çok sık tartışacak, hatta kavga edecekler. 10 yıl sonra? Düşünemiyor bile. Alınması gereken karar belli. 

Çok açık ki, kararlarımızı sıkıntı, kaygı ve öfkelerden kaçınabilmek için kısa vadeli alıyoruz. Şimdiyi ve geçmişi düşünerek karar almaktan çıkabilmek ve daha uzun vadeli düşünebilmek önemli. Ama maalesef alışkanlıklarımız tam ters yönde.”

“Filozof” mu “filosof” mu?

Posted by reference on August 07, 2018
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Melih Cevdet Anday’ın Felsefesiz Yaşamak adlı deneme kitabında “En önemli iş” başlıklı denemesinde “filozof” mu yoksa “filosof” mu doğrudur, onu irdeliyor.  Anday’a kulak kabartalım:

        “Ben, sözcüğü “filosof” diye ‘s’ ile yazarım hep, ama nedense gazetede ‘z’ ile ‘filozof’ diye çıkar. Düzeltmen arkadaşların hakkı var, çünkü Türkçe Sözlük’te de öyle, ‘z’ diye yazılır. Ansiklopediye baktım, orada ‘filozof’ diye alınmış.

        Şimdi bu Yunanca sözcüğün kökenine bakalım:

        Philosophos, görüldüğü gibi, iki sözcükten yapılmadır ve ‘bilgelik sever’ anlamına gelir. Bunun gibi, felsefe de ‘philosophia’dan çıkma, ‘bilgelik sevgisi’ anlamına.

         Öyleyse şu soruyu sormamız gerekiyor: ‘Sophia’ (bilgelik) sözcüğünün başındaki ‘s’ sesi nasıl ‘z’ ye dönüştü?

        Biliyoruz, Batı dillerinde (özellikle Fransızca’da) tek ‘s’, ‘z’ diye okunuyor, ondan.

        Demek biz Fransızların okuyuşunu sözcüğün kökenine yerleştirmişiz.

        Ne hakkımız var!

        Görmezlikten gelmeyelim, onlar, Batılılar, gerçi tek ‘s’yi ‘z’ diye okuyorlar ama sözcüğün yazılışındaki ‘s’yi bozmuyorlar, koruyorlar.

        Biz ise Fransızın deyişini yazımımıza geçiriyoruz, böylece de sözcüğün kökenini bozuyoruz.

         Buraya geldiğimizde bir sakınca çıkıyor karşımıza: Zophus, Yunanca karanlık demektir ve bu durumu ile sözcük, ‘bilgelik sevgisi’ değil, ‘karanlık sevgisi’ anlamına gelecektir.”

“Filosof” tabiri, akla daha yatkın geliyor. Felsefeyi bize sevdiren romanın adının da “Zofi’nin Dünyası” değil de “Sofi’nin Dünyası” diye yazılması da bu yazıyı destekler niteliktedir.

Hiç mektup yırttınız mı?

Posted by reference on August 06, 2018
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Zülfü Livaneli’nin Orta Zekalılar Cenneti adlı deneme kitabından beğendiğimiz bir alıntıya değinmek istiyorum. Kitabı okumamış olanlar varsa diye paylaşmak istedik.

Yırtılan Mektup

Eski zamanlarda devletine ihanet eden bir vezir, düşman sultana bir mektup yollayarak, kalenin kapılarını hangi gece açık bırakacağını bildirmek istemiş. Yalnız böyle bir mektubun yakalanması kellesini götüreceği için çok gizli bir yol bulmalıymış. 

Çağırmış bir köleyi, “Vatanına çok büyük bir hizmette bulunacağını” söyleyip saçlarını kazıtmış, ihanet mesajını kafa derisine yazmış ve onu bir hücreye atarak saçlarının uzamasını beklemiş.

Bu durumda haberci yakalansa bile üstünde bir mektup bulunamayacağı için vezir kelleyi kurtaracakmış.

Günü gelince köleyi yola çıkarmış, köle öteki kaleye ulaşınca, kafasını tıraş etmelerini söylemiş.

Bunun üzerine tıraş edilerek sultanın huzuruna çıkarılmış; sultanın mesajı rahatça okuyabilmesi için kafasını eğmiş.

Sultan mesajı okumuş ve gülümsemiş.

Çünkü mesajın altında, “Okuduktan sonra bu mektubu yırtın” yazılıymış.

Ve mektubu yırtmışlar. 

Günümüzde de işler aynen böyle yürüyor.

ICinizden biri

Terim mi termin mi?

Posted by reference on August 03, 2018
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Melih Cevdet Anday’ın denemeleri keyifle okunası kitaplardandır. Aydın kişiliğini çokça konuşturur bu yazılarında. Felsefesiz Yaşamak adlı kitabının “Şiirimiz Romantik mi?” başlıklı yazısında terim ve termin kelimesine değinmiş ve bizi o aydınlık yüzüyle aydınlatmıştır. Bu ışığı size ulaştırmak için de elçilik görevini yapmayı kendimize bir borç bildik:

…“Romantik” sözcüğü bir edebiyat terminidir. Ben, okurum belki gözlemleşmiştir, “terim” demiyorum da “termin” diyorum. Önce bunun ne demek olduğuna değinelim de, sonra benim niçin “termin”i yeğlediğim üzerinde dururuz.

     “Terim” için ansiklopedi şöyle diyor.

     “Konuşma dilinde pek kullanılmayan, bilim ve sanatla ilgili bir kavram belirten kelime.” Ve sözcüğün Türkçe termek, toplamaktan geldiğini belirtiyor.

     Oysa romantik sözcüğü ile konuşma dilinde oldukça sık karşılaşırız; bu yüzden onu termin saymayacak mıyız?

     Sonra ben termek sözcüğünü bilmiyorum da, toplamak anlamında dermek, derlemek dendiğini biliyorum. Üstelik terim kavramının “toplamak”la bir ilişiği yok.

     Bunun Fransızcası olan terme, sanır anlamından başka bitim, son anlamlarına da geliyor. Biz sözcüğün bu ikinci anlamını terminal derken kullanıyoruz. Sanır anlamına gelince Latinlerde sınır tanrısının adı Terminus idi, bundan gelen terme, bilimsel, sanatsal bir kavramın sınırını kesin olarak çizmek anlamını taşır. Terminologie ise termin bilim demektir.

Görülüyor ki sözcüğün Batı dillerindeki karşılığında “r” ile “m” arasında “i” yok. Oysa biz hem “terim” diyor, hem de “terminoloji”yi kullanıyoruz. Eğer bizdeki terim, doğruysa neden teriminoloji demiyoruz?

      Aklım Almıyor.

Bir iki felsefecimize açtım bu konuyu, “Yapacak bir şey yok, alışıldı terim”e dediler. Daha bunun üzerinde kesinliğe varmadan felsefe terminlerimizi nasıl düzenleyebiliriz.

ICinizden biri

“Burjuva” kelimesi nereden geliyor?

Posted by reference on August 03, 2018
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Hangi kitapta neyle karşılacağını bilemez insan. Bunca kitap arasında seçici davranmakla birlikte hiç beklemediğiniz kitaplarda enteresan bilgilerle karşılaşmak mümkün.

Burjuva kelimesinin nereden geldiğini Mehmet Ali Kılıçbay imzalı,  konusu ahşap olan Ahşabın Öyküsü adlı kitapta bulacağımızı hiç tahmin edemezdik; ama bulduk işte. Bu bilgiyi de sizinle paylaşalım istedik.

Söz konusu kitapta Kapının Sapı adlı kısımda burjuva kelimesinin nereden geldiğini açıklıyor yazar. 

Yazar kapılardan bahsederken bir zamanlar kentlerin de kapılarının olduğunu paylaşır.

“Tarihin çok, ama çok uzun bir süresi boyunca, kentte yaşayanlar kendilerini göçebelere, barbarlara, yabancılara karşı korumak zorunda hissetmişlerdir. Kent, çok yakın tarihlere kadar, surlar demektir. Bugün Batı dillerinde kullanılan Latince intra muros (sur içi) tabiri, aslında bizatihi kenti tanımlamaktadır. Yani çok yakın atalarımıza kadar, insanlık tarihinin derin zihniyet damgalarından biri olarak, kent ile sur içinde olma arasında bir özdeşlik kurulmuştur.

Kentin kapalı bir alan olmasının en tipik göstergelerinden biri, sur içiyle sur dışını (extra muros) temasa geçiren veya bu teması sona erdiren unsurun kapılar olmasıdır. Bir kent kendini ylnızca istilacıya karşı savunmaz, aynı zamanda kentsel mahremiyetini yabancılara karşı korur. Bu koruma kapılar aracılığıyla yapılır. Şehre girenler/girebilenler, girmeye hakkı olanlar ve olmayanlar, sur kapılarında denetlenir. Bu açıdan kapı, bir şehrin kendisine biçtiği imajın devamının/sürekliliğinin güvencesidir. Böylece, yabancı, deli, cüzzamlı, dilenci vb. şehir kapılarından içeri alınmaz veya es kaza girmiş olanlar veyahut şehrin kendi ürettikleri varsa, buradan dışarı atılır, infazlar da kapı yakınlarında yapılır.”

Sıkı durun burjuva kelimesinin nereden geldiğine geliyoruz.

“Bu bağlamda, bir şehir genişleyip, surlarının dışına taşarsa, taşmaya başlarsa, ilk önce şehrin imgesine en fazla zarar veren unsurlar dışarı çıkartılırlar. Örneğin, ortaçağın sonlarında endüstrinin gelişmesi sonucu genişleyen ve surlarının dışına taşan şehirler, önce derici, boyacı gibi ağır kokulu ve pislik yaratan meslek dallarını dışarı atmışlardır. Ama bu, şehir endüstileşip ticaret ağlarının içine girerse, kapıların dışında ticari ve endüstriyel bir mahalle oluşur ve buna burgus (burç) adı verilir. Burada oturanlara da burjuva. İşte, tarihin garip cilvelerinden biri olarak, ortaçağ şehrinin kapının önüne koyduğu burjuva, 16. yüzyıldan itibaren başlayan ve sanayi devrimi ile zirvesine çıkan bir süre içinde, en kentli unsur haline gelmiştir. Kapının önüne konulmanın bedelini, kentin kalbini fethederek ödetmiş ve bu fethini damgalamak ve mühürlemek üzere kapılarını ortadan kaldırmıştır. Burjuvazinin kenti kapısızdır, her gelene açıktır, çünkü denetim açık kapılarda değil, iktisadi mekanizmaların içinde yapılmaktadır.”

ICinizden biri

 

En iyi teklif!

Posted by reference on July 13, 2016
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

İstedik ki biraz da filmlerden dem vuralım. Sizler için seçtiğimiz filmleri de, ilgi duyanlara tanıtmak istedik. Bakarsınız bir film hayatınızı değiştirebilir, tıpkı kitaplarda da olabileceği gibi.

Keyifli okumalar!…

La Migliore Offerta – The Best Offer – En İyi Teklif (2013)

TheBestOffer

“Sanat aşkı ve fırçayı nasıl tutacağını bilmek bir insanı sanatçı yapmaz. Esrarengiz bir derinliğin olmalı.”

Başrollerini Geoffrey RushJim SturgessSylvia Hoeks ve Donald Sutherland‘in paylaştığı filmin yazar ve yönetmenliğini Cinema Paradiso ile İtalyan sinemasında kendine önemli bir yer edinmiş Giuseppe Tornatore  yapıyor. Tornatore’nin beraber çalıştığı Ennio Morricon‘un mükemmel müzikleri, izleyicinin filmin atmosferine kolaylıkla adapte olmasını sağlıyor.

Karayip Korsanları’nda Kaptan Barbosa’yı canlandıran Geoffrey Rush‘ı bu kez bambaşka bir karakterle izliyoruz. Müthiş oyunculuğu, sesi ve konuşmasındaki tonlamalarıyla karaktere o kadar güzel bir şekilde bürünmüş ki adeta kendisini yaşatıyor.

Filmin konusundan kısaca bahsetmek gerekirse; dünyaca tanınan açık artırma üstadı olan Virgil Oldman (Geoffrey Rush), antikalar konusunda dahi bir sanat eksperi ve çok saygın bir müzayedenin yöneticisidir. Saygı duyulan, güvenilir bir iş adamı olmasının yanında insanlarla iletişim problemleri olan, mesafeli, takıntılı ve titizlikleri olan yalnız bir adamdır. Geç yaşına rağmen kadınlardan kendini hep uzak tutmuş Virgil’in tek tutkusu ise kadın portrelerinden oluşan tablolarıdır. Tüm duygusal dünyasını da bu tablolara bakarak yaşamaktadır.

Günün birinde Clarie Ibbbetson (Sylvia Hoeks) adlı varlıklı bir kadından aldığı telefon, hayatında yaşanacak büyük değişimin habercisidir. Kendisine miras kalan bir malikane dolusu tarihi esere sadece Virgil’in değer biçmesini isteyen Clarie ile ilgili bir problem vardır. Agorafobi ile mücadele eden Claire asla evden dışarıya adım atamamakta ve insanlarla görüşememektedir. Onun bu çaresizliğinden etkilenen Virgil teklifi kabul eder ve ikili arasındaki gizemli ilişki başlamış olur. Clarie’nin evine yaptığı ziyaretlerde yerde bulduğu bir makina parçasını andıran dişlilerle birlikte merakı gitgide artmakta ve Virgil’i bir bilmecenin içine doğru çekmektedir.

Filmin gizemi ve aklımızdaki sorular da tam bu noktadan sonra başlıyor…

Bilinmeyenin ardında yatan çekime karşı koymak mümkün müdür?

Merak insanları tutsak edecek kadar kuvvetli bir duygu mudur?

Kendisine çizdiği çok net sınırları olan korumalı hayatının gidişatı bundan sonra ne yönde olacaktır?

Bundan sonrasını, izleyenlere bırakıp kendi değerlendirmelerimize gelecek olursak; filmin her anlamda tutunduğu en temel ögeler “merak” ve “gerçeklik” olgusu. Sanatta, duygularda, yaşamın her anında gördüğümüz, yaşadığımız şeylerin gerçekliğine olan inancımıza dokunmaya çalışıyor yönetmen. Ara ara verilen ustaca sözler ve örneklemelerle çok da etkili oluyor bu konuda.

Ağır başlayan, ağır ilerleyen uzun bir film olduğunu belirtmeliyiz. Olayların akış hızından dolayı durağan bulacağınız olsa da bıkmadan izlemeye devam etmenizi öneririz. Filmin en etkileyici anlarından birinin, son sahnesinde gizli olduğunu da söylemeliyim.

Sanat ve romatizmle harmanlanmış bu gizemli filmi 2013 yılının en güzel filmlerinden biri.

O zaman ne diyoruz; “En iyi teklifi veren kazansın”.

P.S.: Pek çok kişinin merak edeceği o kafenin adı “Restaurace u milosrdnych”

Fragman

Kayıp Kitaplar Kütüphanesi

Posted by reference on October 27, 2015
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Hayatta sahip olduklarımız kadar, kaybettiklerimiz de olmuştur. Edindiğimiz onca kitap içinde, okurken heyecanlandığımız, şaşırdığımız, beğendiğimiz ve “güzel” olarak tabir ettiğimiz kitapları sevdiklerimize, eşimize, arkadaşlarımıza, dostlarımıza önermiş, ödünç vermiş ya da hediye etmişizdir.

Kimi kitaplar, kimi arkadaşlıklar gibi iz bırakmadan hayatımızdan çıkabilir. Kimi kitaplarsa tekrar tekrar, döne döne okunurken eskir, sağına soluna, altına üstüne notlar alınır; böylesi kitaplar genellikle eskidikçe kıymetlenir; fakat kimi kitapların yeni baskıları olmadığı, kimi zaman da hatırası olduğu için onları ödünç versek bile, aklımızda bir yerlerde kitabı geri almamız gerektiği yer eder.

Aklımızda, kalbimizde yer eden  kitapların boşluğu, yokluğu bizi arada sırada dürtmekle kalmaz; zaman zaman o kitaptan bir paragraf okumak ya da eşe dosta okumak için elimiz rafa gider. Genelde böyle anlarda kitabı ödünç verdiğimizi hatırlar, kitabın “değerli kitabım” olduğunu hatırlayıp, onu elimize almayı, ondan bir şeyler okumayı özleriz. Çünkü ordaki cümleler, saptamalar, kavramlar, kitabın bize yaşattıkları ve orada başlayıp içimizde büyüyerek süren “yaratı”, içimizde bir yerlere dokunmuş, hatta iz bırakmıştır.

Kimi zaman verdiğiniz kitabın geri geleceğini düşünürken, araya küslükler, taşınmalar, şehir ve iş değiştirmeler girer; derken hem verdiğimiz kitaplar, hem de o kitapla ilgili anılarımız bambaşka bir yolculuğa çıkar.

Nasıl tasarlanıp, kurgulanıp, başka kitaplarda, söyleşilerde yazarınca anlatılan, tarif edilen ama hiç yazılmamış olan kitaplar varsa… bazen de geri verdiğimizi sandığımız fakat kütüphanemizin bir yerinde duran, söz konusu kitabı hangi zaman, hangi kitabevinden ya da kimden hediye, kimden ödünç aldığımızı hatırlayamadığımız kitaplar da vardır. Bazen bu kitapları yıllar önce okuduğumuz ve bizde bir iz bırakmadıkları için hatırlayamazken; bazen de okunmayı bekleyen kitaplardan biri olduğunu unuttuğumuz için hatırlayamayız. Bazen de bu bize ödünç verilen, hediye edilen bir kitap olduğu ve araya süre girdiği için…

Her hâlükârda ömür denen bu yolculuk boyunca sahip olduklarımız kadar, kaybettiğimiz, yitirdiğimiz kitaplardan da bir kütüphane pekâlâ kurulabilir.

Kimi zaman da haberlerde izler, gazetelerde okuruz: “Ünlü yazarın kitabından eksik sayfalar bulundu…”, “Ünlü yazarın yarım kalan romanı okuyucuyla buluşuyor…” Hatta bu haberlerden en sonuncusu ve en ilginçlerinden birinin, “Küçük Prens’e ait yayınlanmamış sayfalar” olduğunu da söylesek, şaşırır mıydınız? Gerçekten de büyük-küçük, yeryüzünde kitabı farklı çevirmenlerce hemen her dile çevrilen; defalarca okunup üst üste baskılar yapan; maketleri, oyuncakları, figürleri derken bugünlerde animasyonu da gösterimde olan Küçük Prens gibi bir başyapıtın, yazarı Antoine de Saint-Exupéry tarafından daha önce yazılıp hiç basılmamış iki sayfasının olduğunu keşfetmek, kitabın hayranları için başlı başına bir sevinçtir.

Örnekte olduğu gibi kimi zaman kitaptan bir bölüm, kimi zamansa bir kitabın kendisi keşfedildiğinde de,  söz konusu kitap “Kayıp Kitaplar Kütüphanesi”nin rafları arasındaki yerini alır.

“Kayıp Kitaplar Kütüphanesi” üstünde bunca durmuşken… Alexandar Pechmann’in Can Yayınları arasında çıkan kitabını da unutmamak gerekir. Yazar, okurunu mizah yüklü anlatımı rehberliğinde Kayıp Kitaplar Kütüphanesi’nin raflarında gezdirirken “silik bir hayal, bir anı, bir olasılık ya da ağır ağır solup giden bir düş gibi” varlıklarını sürdüren yapıtları görünür kılar… Pechmann, adeta edebiyat dedektifliğine soyunarak inşa ettiği bu kütüphanede edebiyat evrenini kalıcı izleriyle şekillendirmiş başyapıtların yanısıra; Kafka, Joyce, Byron, Shelley, Mérimée, Puşkin, E. Howard ve daha nice dev yazarın kayıplara karışan elyazmalarının da izini sürer.

İster yazılıp bir köşede unutulmuş, kaybolmuş olsun, isterse yazarının hayal gücünde tasarlanıp defterlere, kağıtlara dökülmüş olsun, her kitap bir gün başka ellere, başka yüreklere, başka zihinlere yolculuk etmek için vardır.

Asıl yolculuğunu tamamlayana dek de hiçbir kitap aslında “kayıp” olmamıştır…

ÖAK: Ödünç Alınmayan Kitaplar

Posted by reference on August 10, 2015
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Her kitabın okuru farklıdır. Bazı kitaplar az okunur, bazı kitapların ise okuru bol olur. Bazı kitaplar bilgi merkezlerinde/kütüphanelerde, kitaplıklarda hep okunma sırasının kendilerine gelmesini bekler.

Her kitabın editörü ve yazarı dışında tek bir okuru olmasa bile zaman içinde okur sayısında ciddi değişimler olabilir. Uzun süre okunmayan, keşfedilmeyen romanlar, bazen araştırmacıların, bazen meraklı okurların, bazen de eleştirmenlerin sayesinde “kült” statüsüne yükseliverir de üst üste baskılar yapar.

Kendi kitaplığınızda yıllardır okunmayı bekleyen kitaplar olabileceği gibi, hemen yenilerde aldığınız bir kitabı da bir solukta okumuş olabilirsiniz. Peki kitaplığınıza bile zaman zaman hiç okumayacağınız kitaplar alırken, bilgi merkezlerinde/kütüphanelerde okunmayan kitaplar hiç mi olmaz?

Aslında her bilgi merkezi/kütüphane içinde bir de “okunmayan kitaplar” bölümü kurulabilir. Okunmayan kitaplardan kastımız, bir kullanıcının onları hiç ödünç almadığını ifade etmektir; ancak o kitap hiçbir kullanıcının kaydına geçmemiş bile olsa ödünç alınmadan okunmuş, sayfaları karıştırılmış olabilir.

Peki bilgi merkezlerinde/kütüphanelerde çok okunanlar ile hiç okunmayanları sadece kullanıcıların kullanım kaydıyla ölçmek yeterli ve doğru bir yöntem midir? Örneğin bilgi merkezilerinde/kütüphanelerde referans kaynaklar ödünç verilmez; ama kaynak kitaplar oldukları için sanıldığından çok daha fazla okunur, sayfaları karıştırılır. Çoğu zaman çok satanların, çok okunanların peşinde olan okur, vitrinlerde, kitap eklerinde, arkadaş elinde çok okunanları gördüğü için mi o kitaplar çok okunmakta, bilgi merkezlerinde/kütüphanelerde bolca ödünç alınmaktadır? Yoksa genel beğenimize uygun düştüğü ya da bizi şaşırttığı, okunmayı hak ettiği için mi?

Yazılalı yıllar olan, yer numarası alıp bilgi merkezi/kütüphane raflarına dizilen onca kitaptan hepsinin çok okunan olmasını bekleyemeyiz. Eğer öyle olsaydı bilgi merkezleri/kütüphaneler işlevini yerine getiremezdi.

Bir kitabın bilgi merkezlerinden/kütüphanelerden hiç ödünç alınmaması kitabın niteliği hakkında bir fikir ileri sürülmesi için yeterli bir delil sunmaz. Yani hiç okunmamış bir kitaba kötü sıfatını veremeyiz; ancak kitap ödünç verme oranları, bilgi merkezlerinin/kütüphanelerin başarısı hakkında bize iyi-kötü bir fikir verebilir.

İster ödünç alınsın, ister hiç ödünç alınmamış olsun, her kitap okunacağı zamanı ve o meraklı okuyucusunu bekler.

Öyleyse biz de o kitapları daha fazla merak içinde bırakmayalım…

 

Yaz Okumaları

Posted by reference on June 23, 2015
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Yazın insanlar daha mı çok okur ya da yaz mevsiminde, tatillerde okumalar daha mı keyifli olur?

Hiç kuşkusuz, iş, öğrencilik gibi günlük hayatın koşturmaları arasında ötelediğimiz, ertelediğimiz okumalar vardır. Tatil, pek çoğumuz için bir anlamda bu ertelemelerin hem sebebi hem de çözümüdür. Sebebidir çünkü vakit azlığından, işlerin yoğunluğundan, büyük şehrin kaosundan yakınırken hepimiz hafta sonları ya da baharın ve bilhassa yazın gelmesiyle tatillerimizde, kışboyu okuyamadığımız, biriktirdiğimiz kitapları okumak için rafları boşaltırız. Hatta bazı yayınevleri bu yaz/tatil okumaları için okuması daha kolay, zevkli, renkli kitapları tercih ederek yaz için özel kitaplar basar.

Yaz okumaları kendimizi dışarı atıp, hafta sonu kaçamaklarında ya da yoğunluğa ara verdiğimiz, kafamızı dinlendirdiğimiz yaz tatillerinde bir nevi gözden kaçırdıklarımızı da fark etme zamanıdır. Yıl boyu çıkan kitapların sadece isimlerini okumak bile bir hayli vakit alacağından, bu sınırlı tatillerden eli boş dönmemek için kitabevlerinin vitrinleri, çoksatanlar, gazetelerin kitap ekleri, daha önceden okumak için satın alıp rafta bizim okumamız için sırayı bekleyenler, kendi tercihlerimizin büyük çoğunluğunu belirler.

Lakin yaz, kendi doğası gereği tembelliğe, boş vakit geçirmeye de teşnedir. Bu nedenle yıl boyu okuma disiplini elde edememiş olanlar, kitapların kılavuzluğuna başvurmayanlar, okumanın mihmandarlığından faydalanmayanlar için yaz ve tatil, okuma açısından çoğu zaman istedikleri gibi geçmeyebilir.

Pusulasını okumaktan yana çevirenler, yıl boyu her gün bir kaç sayfa dahi olsa okumayı alışkanlık edinenler, çözümü de beraberlerinde getirirler.

Yaz okumaları için illa “hafif” eserlerin önerilmesi, kabul görmesi ise kitap kurtlarının kabul edemeyeceği bir şeydir. Çünkü kafa dağıtmak, zaman geçirmek, yeni bir yazar tanımak ya da yüksek konsantrasyon gerektirmeyen konularda okumalar yapmak için illa yazın-tatilin önerilmesi haksızlıktır.

Yine iki-üç farklı türde kitabın yaz aylarında okunması artar gibi görünse de bunun sadece yaz aylarına özgü olmadığını belirtmek gerekir.

Sonuç olarak ister katmanlı, metinlerarası okumalar olsun, ister “hafif-ağır” okumalar olsun, yaz okumak için iyi bir sebeptir. Çünkü yaz, açmak, yayılmaktır. Divan-i Lugat-it Türk’te (1070) yazmak, açmak, düğüm çözmek anlamındadır. Öyleyse siz de bu yaz kendinize bir iyilik yapın ve kitapların palamarlarını çözüp okumanın o serin sularına açılın…

ÇOK SATANLAR ÇOK OKUNUR MU?

Posted by reference on April 29, 2015
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Bir okur olarak çoğu  zaman gazetelerin kitap eklerinde, yayınevlerinin en göze çarpan raflarında çok satanları, bunların tanıtımlarını görürüz. Bu tür kitaplar çok okunduğu kadar, arkasındaki geniş reklam gücüyle, vitrinde aldıkları ilk sıra, medyada buldukları yerle de diğerlerinden öne çıkarak daha çok satarlar.

Peki her çok satan acaba çok okunur mu? Yoksa o kitap adeta “moda” olduğu için satın alınır da okunmadan bir kenarda unutulur mu? Bir kenarda unutulmaya yüz tutan “çoksatan” başkasına hediye mi edilir, yoksa bir kütüphaneye mi bağışlanır?

Her çok satanın çok okunmadığını araştırmalar bize söylüyor. O halde bir çoksatanın, çok satmasındaki nedenler ya da gerekli koşullar nelerdir?

Bunlar arasında yazarının popüler olması, daha önceki eserinin/eserlerinin ses getirmiş olması, ödül alması, üstüne basında söyleşiler çıkması, kültür-sanat programına yazarının konuk olması, ünlülerin tavsiye etmesi, reklamlarının kitap eklerinde sık sık yer alması ya da filminin çekilmesi olabilir mi?

Tüm bu dış etkiler haricinde, reklamlar dışında eserin özellikleri, çok satmasında ne kadar etkindir? Eserin edebi kalitesi, getirdiği yenilik, zamanın ruhunu yakalaması, anlatı türü içinde yoğun, yenilikçi, ya da sıkı metin olarak nitelendirilmesi, okunmasının kolaylığı ya da zorluğu, akıcılığı, okumadan önceki vaadettikleriyle okuma sonrası okuyucunun beklentilerinin örtüşmesi vb. gibi etkenler, çok satmayı ne kadar etkilemektedir?

Her kitap kuşkusuz bir yolculuktur ve eserin okunmasından alınan haz, dimağımızda yarattığı görüntüler, kavrayışımıza dair sunduğu hakikatler bize ister sihirli gelsin ister doyurucu, her sanat eserinde olduğu gibi etkilenmek, büyülenmek, bir nevi sihirbaz gösterilerindeki gibi kandırılmak isteriz. En azından okumanın verdiği keyfi, düş gücümüze kattığı yaratıcılığı, kelime haznemizdeki zenginliği, düşündürttüğü anlamları ile bizde yer eden, iz bırakan eserler keyifli birer yolculuk olarak okuma tarihimizdeki yerlerini alırlar.

Bu keyifli yolculuklara ortak olmayan kitaplar ise genelde hızla unutulmaya başlanır ve bir daha okunmaya genellikle layık görülmezler.

Çok satanların büyüsü de tam burda devreye girer: Onlar bize okunmaya layık, estetik olarak çarpıcı, okuması keyif veren, “kaliteli” bir metin olduklarını baştan vaadeder. İster formüle edilerek yazılmış olsun, ister zamanın ruhuna ya da modaya uygun, popüler olan gözetilerek yazılmış olsun, ister kitap sırtlarında en sevdiğimiz yazarların, eleştirmenlerin tanıtımı olsun, çok satan kitapların kalıcılığına karar verecek olan yine zamandır.

Zaman her şeyi temizleyip süzer ve arındırırken, kıymetli olanı, klasik olanı, yapıtın gücüyle belirler.

Nice çok satanlar vardır ki unutulup gidecektir, tıpkı kendinden önceki pek çok “en iyi satan” kitap gibi… Nice kitaplar da vardır ki, döneminde popüler olamasa bile birer klasiğe dönüşecektir.

İşte buradaki keskin ayrımı yapacak olanlardan biri de okur olarak bizizdir. Şimdi elimizdeki eserlere bir daha bakalım, onu kitaplığımızın raflarında yer alan Dostoyevskilerin, Tolstoyların, Çehovların ya da bir Küçük Prens’in, Ulysses’in, Faust’un yanına layık görüyor muyuz?

Klasiklerin Gücü

Posted by reference on March 27, 2015
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Yeryüzünde yirmi sekiz farklı hikâye olduğu söylenir. Diğer tüm hikayeler bu hikayelerin çeşitleri, melezlenmeleridir…

Gençlikte her deneyim gibi, okumak da sıradışı bir keyif verir. Bilhassa da büyük ya da klasik tabir ettiğimiz bir yapıtı… Olgunlaştıkça ayrıntılar ortaya çıkmaya, yüzeysel olanla içerikte katmanlanan anlamların farkına varılmaya başlanır.

Gençlikteki okumalar, düzensiz, sabırsız, odaksız olabildiği için, nasıl daha iyi okuyabileceğimizi henüz bilmediğimiz ya da özdeşleşme-farkına varma için yeterince deneyim yaşamadığımız için “hayati” önem taşımasa da, özellikle estetik ve algı biçimlerinin ilerideki deneyimlere şekil vermesi açısından önem taşır.

Genellikle okunan eserden çok az şey anımsansa ya da eser hiç anımsanmasa bile okuduklarımızın etkisinin yaşamımızda nasıl olacağını önceden kesin olarak kestiremeyiz. Olgunluk çağında aynı eser tekrar okunduğunda hem tekrar okunmaktan çıkar, hem de biz değiştiğimiz, dönüştüğümüz için yeni bir okuma olarak karşımıza çıkar.

Yeni bir okuma olarak karşımıza çıkanlar, klasikler olurlar. Çünkü klasiklerde, hem dünü, hem bugünü, hem de yarını aydınlatan özellikler vardır. Geleceğin öngörüsü ve sezgisiyle, geçmişin deneyimi, birikimi, tarihsel tanıklığı klasiklerde buluşur.

Klasikler, söyleyecek sözlerini hiçbir zaman bitirmemiş eserler olduğu için klasiktir. Onlar hem bireysel zihnimizin kıvrımlarında hem de toplumsal ortak bilinçaltında, içinde yaratıldıkları kültürün izlerini taşır ve o izleri geleceğe taşır.

Klasikler, her okumada farklı hazlar verdiği için yeniden ve yeniden keşfedilmeye açık oluşuyla klasiktir. Onlar her okunuşlarında kafamızdaki yerlerini, imgelerini yeniden yarattıkları için, bizim için farklı okuma deneyimlerine dönüşürler.

Klasikler, önce yazıldıkları dili, yazıldıkları kültürü ve toplumu yüceltirler, daha sonraysa insan ruhunun-tabiatının evrenselliğini ve medeniyetini… Bu geniş temsil gücü, onun üstünde kopan eleştiri fırtınalarının tozunu bir yana atıp silkelenmesiyle sonuçlanır.

Klasiklerin bir görev, bir sorumluluk duygusuyla okunmasının ise içimizde kıvılcımlar yaratmadığı sürece büyük bir anlamı yoktur. Klasikler okurundan bu serüveni, meydan okumayı göze alıp keşfedilmeyi bekler, yalnızca özdeşleşerek okunmayı değil… Kıyaslamalar getirerek, karşı savlar üreterek, eleştirerek de okunmak ister.

Bir klasikte bulunan insanlık halleri, okur olarak bizim de kendimizi tanımamıza, kendimizi keşfetmemize olanak sağlamaktadır. Bu olanağı yaratmak için okumayız, aksine okumanın kendisi hayal gücünü coşturduğu, bizi daha anlamlı kıldığı, bir haz kaynağı olarak bu olanağı yarattığı için severiz klasikleri.

Klasikler, bir pusula gibi bize yıldızları göstermesi, geçerliliği, içeriğindeki farklılık, renklilik, derinlik, verdiği özgün mesaj ya da özgün teması, evrensel oluşu, kendi türünde öne çıkması, lider olması nedeniyle de yaygınlık kazanır. Burada zamana karşı direnmek klişesi aslında söz konusu değildir, çünkü klasikler gençlikleri, evrensellikleri nedeniyle zamanla bir yarış içinde değildir. Kendi anlamını sürekli yeniden üretir. Belki de bu yüzden ne kadar çok taklit edilmek istenirse istensin tam anlamıyla taklit edilemez.

Klasikler bize o yirmi sekiz insanlık halinin tüm çeşitlerini hatırlartır.

Klasikler, zamanında çığır açarak ölümsüzleşir. Belki de onları en çok bu yüzden severiz: Bize geçici de olsa o ölümsüzlük imkanını verdikleri ve sonsuzluk susuzluğumuzu giderdikleri için.

Zincirli Kitaplar

Posted by reference on February 17, 2015
Tanıtım ve Duyurular / 1 Comment

 

Eskiden kitaplar zincirlenirdi çalınmasın diye. Hoş şimdi de var; ama daha yumuşak bu zincirler. Sırtlarına geçirdikleri yer numarası etiketleri de cehaletin pençesine düşüp yakılmamak için birbirine bağlar kitapları, adeta bir zincir, birbirine kenetlenmiş, elele tutuşmuş insanlar gibi.

Sıcak bir el değince de bu kenetlenen eller mayışır, çözülür. Her bir zincirin halkası adeta rehber olur okuyucuya. Kendini bırakır okurun eline, yeni yerler görür. Belki sıcak bir yatağa düşer okuruyla beraber, kısık bir ışığın altında, belki bir otobüs yolculuğunda kıtalardan kıtalara gider.  Kim bilir belki de bir çocuğun yeni dünyayı keşfetmesine vesile olur kapağını aralayarak.

 

Okuduğumuz kitapları sayalım mı?

Posted by reference on February 13, 2015
Tanıtım ve Duyurular / 2 Comments

Merhaba,

Uzun zamandır kafamızı kurcalayan bir konu var! Okuduğumuz kitapları saymalı mıyız? Bu sorunun yanıtını Twitter hesabımız üzerinden Buket Uzuner’e de sormuştuk. Yanıtını da değişik açılardan verdi. Sayı olarak ayda ortalama 5 ya da 6 kitap. Bizim kafamızı düşünmeye iten ise,  “ama” ile başlayan kısmıydı:  “… ama #SevdiklerimiAslaSaymam 🙂 saymayın!”

Kitap okumak bizce ciddi bir iş. Neden ciddi, diyoruz biraz anlatalım dilimizin döndüğünce.  Belli bir düzene oturtuncaya kadar okuduğumuz kitapları hafta hafta ya da ay ay saymanın kendimizi disipline eden bir yararı var. Öncelikle, “Ayda şu kadar kitap okuyacağım.” demekle bir hedef koymuş oluyorsunuz. Bu hedefe varmak için de zamanınızı değerlendirirken bir düşünme payınız oluyor ve kafanızı meşgul eden sorulara da doyurucu yanıtlar bulmanız gerekiyor:  “Günün ne kadarını kitap okuyarak geçirebilirim?” “Hangi anlarda kitaba sarılabilirim?” “Televizyonu daha mı az seyretsem?” “Şu bölümü bitirmeden yatmasam mı?” “Sabah yarım saat erken kalkıp biraz daha mı okusam?” “Eyvah ayın ortasına geldim, henüz listeye bir kitap eklemedim mi?…

Bu soruların yarattığı tatlı kaygılar, sizi hedefinize olumlu bir şekilde yaklaştıracaktır. Bu sayede zamanı verimli kullanabilmeniz için okuyacağınız kitapların çeşidini zorluk derecesine ve türüne göre de değiştirebilirsiniz. Diyelim ki listede 7 kitabınız var. Bunlardan biri, iyi bir öykü kitabı, henüz okumadığınız; ancak okumak için can attığınız klasik bir roman, bir deneme kitabı, belki bir kişisel gelişim kitabı… Türlerini arttırabilirsiniz. Bu çerçeve içinde okumama gibi bir seçenek bırakmıyor evren bize. İpin ucu kaçtığında, “En son ne okudunuz?” sorusu karşısında, şu yanıtı duyabilir kendi kulaklarınız hüzünlü bir şekilde: “Yazdan beri kitap okumadım!”… Korkunç bir süre değil mi sizce, onca okunacak kitap varken!

Sözün kısası biz okuduğumuz kitapları sayıyoruz. Saymakla kalmıyor listesini tutuyoruz. Sonrasında, listeye dönüp dönüp okuduğumuz kitaplara da bakıyoruz. Okuduklarımızdan hem mutlu oluyoruz hem de listeyi daha da zenginleştirecek kitapların izinden koşturuyoruz.

Zaman akıp gidiyor. Onu değerli kılacak sizlersiniz…

 

QR Kodu Uygulaması

Posted by reference on February 11, 2015
Tanıtım ve Duyurular / No Comments


Bilgi Merkezi olarak hizmet ve olanaklarımızı tanıtmak ve dahası elektronik kaynaklarımızı gün yüzüne çıkarmak ve ne çeşit kaynaklara eriştiğimiz konusunda bir farkındalık yaratmak için QR kodu uygulamasını kullanmaya başladık.

QR kodu, adını İngilizce (Quick Response) “hızlı cevap” ya da “çabuk tepki” kelimelerinin baş harflerinden alır. Mobil cihazlara ücretsiz bir uygulama olarak indirilip kullanılan QR Kodu, mobil cihazların kameralarından okutulabilen özel matriks bir kod türüdür.

Bu uygulamayla birlikte e-kitaplarımızı, e-dergilerimizi tanıtıyor, görünürlüğünü sağlıyor ve kullanımını arttırmayı amaçlıyoruz. Bunun yanında basılı dergilerin raflarında, öneri kutumuzda, Grup Çalışma ve Multimedya Odalarında da QR kod uygulamalarımızı görebilirsiniz.

Uygulamalarımızdan hayata geçirdiklerimiz:

  • Türkiye hakkındaki kitaplarla ilgili sergiden bir görsel
  • Short Introduction başlıklı kitaplarla ilgili sergiden bir görsel
  • History of…” başlıklı kitaplarla ilgili sergiden bir görsel
  • Örneklerde de görüldüğü üzere görselin solunda kitabın ön kapağının resmi, sağ tarafında ise ilgili kitabın başlığı ve kaynağa erişim sağlanacak linki içeren bir QR kodu bulunmaktadır.Aşağıdaki görsellerde de görüleceği üzere sergide yer alan e-kitaplar, QR kodlarının içine yedirilen Proxy’i içeren linkler sayesinde akıllı cep telefonlarından kolaylıkla okunmaktadır.
  • Broşürlerde e-kitap tanıtımı: Kitap sergisi çalışmasının yanı sıra, 1’e 10 diye tabir ettiğimiz bir uygulamadan da söz etmek yerinde olacaktır. Yine bir konu belirleyerek kitap seçkisi yaptıktan sonra bu kez de broşür olarak arkalı önlü 10 e-kitabın tanıtımını yaptık. Ödünç Verme bankosunda basılı bir kitabı ödünç alan her kullanıcıya 1 adet broşür vererek 1 kitaba 10 kitap kampanyası ışığında bir tanıtım yoluna gittik.
  • Dergiler için QR kodu: QR kodu uygulaması dergiler için de kullanılmaktadır. Güncel sayılar ve eski yıllara ait ciltlenmiş dergiler, kullanımları gereği ayrı yerlerde tutulmaktadır. Aralarındaki ilişkiyi kurmak, ilgili güncel dergiye ait hangi sayılarının olup olmadığını görmek için raflarda yer alan isimliklerin yanına bir de QR kodu konuldu. Bu sayede aranılan bilgiye hızlı bir şekilde ulaşmanın yoluna gidildi.
  • Öneri Kutusu ve QR kodu: QR kodları, öneri kutusunda da kullanıldı. Öneri, istek veya şikayet sahipleri, istediklerini kutu içine atabilecekleri gibi, kutunun üzerinde online forma yönlendirme yapacak olan QR kodu da telefonlarına okutabilirler.
  • Grup Çalışma ve Multimedya Odalarında QR Kodu: Bilgi Merkezi’nde yer alan Grup Çalışma Odaları ve Grup Multimedya Odalarında da QR kodu uygulaması kullanılmaktadır. İnternet üzerinden rezervasyon yapılabilmesi için odaların numaralarının yanlarına QR kodları da konulmuştur. Bu QR kodları sayesinde İnternet üzerinden yapılacak olan rezervasyonlar daha kolay bir şekilde yapılmaktadır.

Searchinone

Posted by reference on September 17, 2013
Tanıtım ve Duyurular / No Comments
Searchinone, sahip olduğumuz, erişebildiğimiz bütün bilgi kaynaklarına ve daha fazlasına tek bir arama kutusundan ulaşabileceğiniz bir web keşif aracıdır.Kullanıcı dostu, basit bir arayüz ve tek bir arama kutusuyla sonuçlara hızlı ve kolay erişim sağlayan searchinone, popüler arama motorları kadar kullanışlı olmasının yanı sıra geliştirilmiş kişiselleştirme özelliği sayesinde farklı kullanıcı türlerine de hitap eder.

Searchinone’da, girilen anahtar kelime ile basılı ve elektronik bütün bilgi kaynaklarımızın bibliyografik bilgilerine ulaşılır, online kaynaklara ise tam metin erişilir. Anahtar kelimenin yanısıra kitap, dergi ve makale başlığı; ders adı ve  ders kodu ile ISBN, ISSN veya DOI numaralarına göre tarama yapılır ve sonuçlara çok hızlı bir şekilde ulaşılır.

Ekranın sol tarafındaki tarama sonuçları genişletilir; yazar, başlık, konu, kaynak türü, yıl, dil vb. seçeneklere göre de sınırlandırılır.

Sisteme kullanıcı adı ve şifre ile giriş yaptıktan sonra tarama sonuçlarında yer alan kaynaklar e-rafta saklanır. Kişiselleştirme özelliği sayesinde e-rafta bulunan kaynaklar gruplandırılır, belirlenmiş olan konular ile ilgili duyuru alınır.

Adım Adım Searchinone Anahtar Özellikler

Basit ve kullanıcı dostu bir arayüz,

Tek bir arama kutusundan bilgiye hızlı ve kolay erişim,

Aynı anda hem kataloğu hem de bütün veritabanlarını tarayabilme,

Tarama sonucundaki kayıtların içine girerek kaynağın bulunduğu yeri, statüsünü görebilme ve aynı zamanda ayırtabilme,

Koleksiyonlarımızın dışındaki birçok kaynağın özet ve içindekiler bilgisine erişebilme,

Tarama sonuç sayfasını, ilgi duyduğunuz alanlara göre önceliklendirmek için,  sisteme ilk girildiğinde ilgili konuları seçebilme,

Tarama sonuçlarını konu, kaynak türü, yazar, dergi adı, koleksiyon , format, dil ve yıl bilgisine göre daraltma ya da genişletme,

Tarama sonuçlarını e-rafınızda saklama,

İlgilenmiş olduğunuz konular için duyuru hizmeti alma.

Soru ve önerileriniz için:
reference@sabanciuniv.edu
0216 483 92 27

BM Yaz Dönemi Çalışma Saatleri / IC Summer Period Working Hours

Posted by reference on June 10, 2013
BM Çalışma Saatleri / No Comments

Sevgili Bilgi Merkezi Kullanıcıları,

10 Haziran – 22 Eylül 2013 tarihleri arasında uygulanacak olan “Bilgi Merkezi Yaz Dönemi Çalışma Saatleri” aşağıdadır:

Pazartesi – Perşembe 08:30 – 24:00
Cuma – Cumartesi 08:30 – 17:00
Pazar 13:00 – 24:00

Saygılarımızla,

Bilgi Merkezi

 

——————————————————————————————————————————————————-

Dear Information Center Users,

“Information Center Summer Period Working Hours” between 10th June -22nd September 2013 as follows:

Monday – Thursday 08:30 – 24:00
Friday – Saturday 08:30 – 17:00
Sunday 13:00 – 24:00

Best regards,

Information Center

Rektörümüz Nihat Berker sizi SU Okuma Kulübü Etkinliği’ne davet ediyor!

Posted by reference on May 09, 2013
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Sevgili Sabancı Üniversitesi Öğrencilerimiz, Öğretim Üyelerimiz, Çalışanlarımız ve Mezunlarımız,

Yeni bir SU Okuma Kulübü etkinliği ile sizlerle birlikteyiz. Dördüncüsünü gerçekleştireceğimiz etkinlikte teknolojik gelişmelerin insan üzerindeki etkilerine dair çok çarpıcı bir konuyu irdeleyeceğiz.İnsanlığın en büyük başarısı aynı zamanda en büyük belası olabilir mi? Bir yanda insanları ezen işlerin otomasyon teknolojileri ile gerçekleştirilmesinden elde edilen büyük bir başarı, diğer yanda teknolojik olanakların neden olduğu işsizliğin büyük bir bela olarak ortaya çıkması? Kitap, tüm bu süreci ayrıntılarıyla anlatıyor.Kitabı Bilgi Merkezi’nden temin edebilirsiniz.

Bu kitabı size hediye ediyoruz; ancak karşılığında kitabı okumanız ve 13 Kasım 2013, Çarşamba günü  saat: 16:45?te başlayacak olan çalıştayımıza katılmanız gerekmektedir. Kitabın yazarı Emeritus Öğretim Üyemiz ve Kurucu Dekanımız KEMAL İNAN?ın da katılacağı bu çalıştayda, “Teknolojik İşlevsizlik: Kitle Üretiminden Yaratıcı Tasarım?ı tartışacağız ve görüşlerimizi paylaşacağız.

Saygılarımızla,

Bilgi Merkezi

—————————————————————–0—————————————————————–

Dear Sabancı University Students, Faculty Members Employees and Alumni,

Here we are, with a new SU Reading Club event. We will focus on a topic that is very striking about effects of technological developments on human in our fourth event.

Is it possible that the greatest success of human can become the greatest trouble at the same time? On one hand we have the greatest success in the realization of automation technologies, on the other hand – as the greatest trouble – unemployment caused by the technological possibilities. This book describes in detail this entire process.

You can obtain this book from the Information Center.

The book is our present to you. However, in return, you must read it and join the workshop that we shall have at 16:45 on Wednesday, 13 November 2013. In this workshop, we will be joined by the author, Emeritus Facuty Member and Founding Dean KEMAL İNAN to discuss the book “Teknolojik İşlevsizlik: Kitle Üretiminden Yaratıcı Tasarım”.

Sincerely,

Information Center