Taraf.090.Bir İttihatçı ön-faşistinin insaniyet düşmanlığı

yazılış : 14 Eylül 2008
yayınlanış : Cumartesi, 20 Eylül 2008 (90)
                                                                                                             604 kelime
                                                                                                              4000 karakter (boşluksuz)

 

——————
Okuma notları
——————

Bir İttihatçı ön-faşistinin
insaniyet düşmanlığı

 

Halil Berktay

     İtalya’nın Trablus’u işgalini izleyen bir gece, Selânik rıhtımında tek başına dolaşan Kenan’ın geçmiş yanılgılarını Ömer Seyfettin şöyle anlatır :

      “O hiç harbi sevmezdi. ?Harp, hayattır !’ diyen feylesofun kırmızı bir canavardan başka bir mahlûk olamayacağını iddia eder, uzviyattaki ?mücadele’ fiilinin içtimaiyatta, insanlıkta da lâzım ve mecburi bulunduğunu fenle, tecrübe ile gösteren Darwin’den nefret ederdi.”

     (Not 1 : Darwin’in kendisi böyle bir şey göstermedi. Bu sıçrama Darwin’in değil Ernest Haeckel gibi vülgarizatörlerinindir. Ömer Seyfettin de bir Haeckel hayranıydı. Özellikle evrim teorisini Haeckel yorumuyla biliyor ve Darwin’le özdeş sanıyordu.)

     (Not 2 : Geçtiğimiz sonbaharda ulusalcılar, Kuzey Irak’a saldırının siyaseti yeniden askerîleştireceği umuduyla savaş naraları atarken, Ege Cansen de barış karşıtı bir yazısında [Hürriyet, 3 Kasım 2007] şu sahte bilgeliği sunmuştu : “1. Hayatın en büyük gerçeği ölümdür…. 2. Tarihin en büyük gerçeği savaştır.” O zaman, Cansen’in düşünsel soykütüğünün Sosyal Darwinist İttihatçı ön-faşizmine dayandığını söylemiştim. İşte kanıtı yukarıda duruyor.)

     “Hakikate dokunmayarak daima hayal içinde yaşayan o tembel, korkak ve hasta mütefekkirlerin müşterek şiiri, ?insaniyet’ hülyası onun mezhebi idi. Asıllarını, menşelerini, ikinci sebeplerini bilmediği bir sürü ?fazilet’ hayalindeki seraptan mabette, dumandan yontulmuş büyük ve vücutsuz putlar gibi yükselir; bu ismi var cismi yok ilâhların karşısında o daima ruhuyla secde ederdi.”

     Demek ki neymiş ? İnsaniyetin de, faziletin de aslı esası yokmuş. Gerçeklerden uzak bir takım tembel, korkak ve hasta düşünürler varmış. Fazilet ve insaniyet onların hülyalarındanmış.

     “[Kenan’ın] Ne olduğunu vuzuhla bilmediği bir gaye, bir ?fazilet ve insaniyet’ fikri, muayyen ve sabit manâsı olmayan bu umumî ve müphem iki kelime bütün mantıklara, bütün muakalelere, bütün fenlere, bütün hakikatlere isyan eden yırtıcı ve vahşi bir din gibi, dimağını dumura uğratmış, ruhunu katletmiş, onu müteharrik ve yaşar bir ceset hâlinde bırakmıştı.”

     Demek ki neymiş ? Fazilet ve insaniyet fikri akla, bilime, gerçeğe aykırıymış. Yırtıcı ve vahşi bir dinmiş — Melih Pekdemir’in “Özgürlük Dininin Yobazları”nda çattığı din olmasın ? Maazallah. İnsanların beynini dumura uğratır, ruhunu öldürür, canlı cesede dönüştürürmüş.

     Kimbilir kaç kere yazdım ? Richard Overy, The Dictators kitabının çok kritik bir bölümünde, Stalin ve Hitler rejimlerinin “diktatörlüğün manevî evreni”ni nasıl yarattıklarını anlatır. Hukuku ve ahlâkı görelileştirip önemsizleştirmek için gerek Nazizm, gerek Stalinizm “nihaî amaç, araçları meşru kılar” (the end justifies the means) felsefesine başvurdu. İlki için nihaî amaç millî devrim ve ırk sağlığı, ikincisi için proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmdi. SA ve SS’ler, Gauleiter‘ler, apparatçik‘ler, Auschwitz ve Gulag bekçileri böyle yaratıldı.

     Ömer Seyfettin’in sertleşen milliyetçiliği daha erken bir konağı simgeliyordu. Hürriyet Gecesi ve Nakarat‘taki millî gayeye, ulvî hedeflere bağlılık çağrısını, Primo‘nun fazilet ve insaniyet reddiyesiyle birleştirelim. Görürüz ki Himmler, Yezhov ve Beria’lardan önce Ömer Seyfettin de kendini hukuk ve ahlâk gibi ayakbağlarından kurtarmış, “milletin içinde fena bulmaktaki azameti” idrak ettiği anda her şeyi yapabilecek bir insan tipi arıyordu.

     Bugünden geçmişe bakınca daha iyi anlıyoruz : Rakel Dink’in, Hrant’ın cenazesindeki ifadesiyle bu, bebeklerden katil yapmaya varacaktı. Bahattin Şakir’leri, Dr Nâzım’ları Nietzsche’nin übermensch‘inin yeryüzündeki amoral suretlerine dönüştürmeye varacaktı.

     Ashab-ı Kehfimiz‘deki Şair Sait Bey’le birlikte, Primo‘nun başlarındaki Kenan’ın da bir Tevfik Fikret karikatürü olması, bu korkunç tablonun küçük bir parçasıdır. Ama kıymetini bilenler de hep oldu. 1921’de Fuat Köprülü, sanki Ömer Seyfettin’e cevap verircesine, İttihatçıları lânetleyerek şunları yazmıştı :            

     “Fikret henüz sağken onun beynelmileliyet ve insaniyet telâkkilerine şiddetle muarız olan bazı gençler, Harb-i Umumî’nin doğurduğu korkunç ahlâk buhranı karşısında, onun hâtırasını bir ahlâk ve fazilet heykeli gibi takdise başlamışlardı. Ve bilseniz bunda ne kadar haklıydılar !… Mecnunâne idare olunan meşum ve nisbetsiz bir cidal uğrunda millet kanını ve malını ibzâl ederken, Fikret’in arkadaşları, yalancı serdarların mevhum muzafferiyetlerine milleti inandırmak için en bayağı şaklabanlıklardan çekinmiyorlardı…”

     Arif Damar da Köprülü’yü okumuş mudur acaba ?

            Savaşa savaş açtığın için
            Düşman bellediler seni
            Hastaydın şekerin vardı
            Beklettiler bile bile
            Gümrükte alıkoydular
            Tek ilâcın ensülini
            O katiller
            O savaş çılgınları