Monthly Archives: August 2018

Karar verme sürecinde “10-10-10 modeli”

Posted by reference on August 16, 2018
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Hayat ve Diğer Hastalıklar başlıklı Alper Hasanoğlu imzalı bir kitaptan işinize yarayacak bir alıntı yapmak istiyoruz. Alper Hasanoğlu bir psikiyatr. Bu kitabında, yazmış olduğu denemelerinden birinde karar verme sürecinde insanların ne kadar sıkıntı yaşadığını gözlemlemiş ve bu konuyla ilgili edindiği bilgilerden yola çıkarak 10-10-10 modelini okuyucularıyla paylaşmış. Biz de sizinle paylaşalım istedik:

“Bir karar alırken, kişi çözülmesi gereken sorunla ilgili mümkün olduğu kadar çok bilgi toplamalı ve kendine şu soruyu sormalıdır: Bu kararın 10 dakika, 10 ay ve 10 yıl içinde hayatıma nasıl  etkileri olacak? Zamansal olarak farklı perspektiflerin, alacağımız kararın hayat ideallerimizle uyuşup uyuşmadığını görmemizde oldukça işe yarayacağını söylüyorlar. Örneğin bir adam sevgilisinin, işinde onunla birlikte çalışmak istemesiyle ilgili bir karar vermek zorunda olsun. Evet demesinin kız arkadaşını mutlu edeceğini biliyor ama işe bakış tarzları çok farklı ve sık sık ters düşecekleri çok açık. 10 dakika sonra herkesin kendini iyi hissedeceği belli. Kabul etmezse Üçüncü Dünya Savaşı çıkacakmış gibi bir hisse sahip bu arada. Ama 10 ay sonrayı düşündüğünde, itiraf etmek zorunda ki, durmadan karşı karşıya gelmek ilişkilerini yıpratacak çünkü gün içinde çok sık tartışacak, hatta kavga edecekler. 10 yıl sonra? Düşünemiyor bile. Alınması gereken karar belli. 

Çok açık ki, kararlarımızı sıkıntı, kaygı ve öfkelerden kaçınabilmek için kısa vadeli alıyoruz. Şimdiyi ve geçmişi düşünerek karar almaktan çıkabilmek ve daha uzun vadeli düşünebilmek önemli. Ama maalesef alışkanlıklarımız tam ters yönde.”

“Filozof” mu “filosof” mu?

Posted by reference on August 07, 2018
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Melih Cevdet Anday’ın Felsefesiz Yaşamak adlı deneme kitabında “En önemli iş” başlıklı denemesinde “filozof” mu yoksa “filosof” mu doğrudur, onu irdeliyor.  Anday’a kulak kabartalım:

        “Ben, sözcüğü “filosof” diye ‘s’ ile yazarım hep, ama nedense gazetede ‘z’ ile ‘filozof’ diye çıkar. Düzeltmen arkadaşların hakkı var, çünkü Türkçe Sözlük’te de öyle, ‘z’ diye yazılır. Ansiklopediye baktım, orada ‘filozof’ diye alınmış.

        Şimdi bu Yunanca sözcüğün kökenine bakalım:

        Philosophos, görüldüğü gibi, iki sözcükten yapılmadır ve ‘bilgelik sever’ anlamına gelir. Bunun gibi, felsefe de ‘philosophia’dan çıkma, ‘bilgelik sevgisi’ anlamına.

         Öyleyse şu soruyu sormamız gerekiyor: ‘Sophia’ (bilgelik) sözcüğünün başındaki ‘s’ sesi nasıl ‘z’ ye dönüştü?

        Biliyoruz, Batı dillerinde (özellikle Fransızca’da) tek ‘s’, ‘z’ diye okunuyor, ondan.

        Demek biz Fransızların okuyuşunu sözcüğün kökenine yerleştirmişiz.

        Ne hakkımız var!

        Görmezlikten gelmeyelim, onlar, Batılılar, gerçi tek ‘s’yi ‘z’ diye okuyorlar ama sözcüğün yazılışındaki ‘s’yi bozmuyorlar, koruyorlar.

        Biz ise Fransızın deyişini yazımımıza geçiriyoruz, böylece de sözcüğün kökenini bozuyoruz.

         Buraya geldiğimizde bir sakınca çıkıyor karşımıza: Zophus, Yunanca karanlık demektir ve bu durumu ile sözcük, ‘bilgelik sevgisi’ değil, ‘karanlık sevgisi’ anlamına gelecektir.”

“Filosof” tabiri, akla daha yatkın geliyor. Felsefeyi bize sevdiren romanın adının da “Zofi’nin Dünyası” değil de “Sofi’nin Dünyası” diye yazılması da bu yazıyı destekler niteliktedir.

Hiç mektup yırttınız mı?

Posted by reference on August 06, 2018
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Zülfü Livaneli’nin Orta Zekalılar Cenneti adlı deneme kitabından beğendiğimiz bir alıntıya değinmek istiyorum. Kitabı okumamış olanlar varsa diye paylaşmak istedik.

Yırtılan Mektup

Eski zamanlarda devletine ihanet eden bir vezir, düşman sultana bir mektup yollayarak, kalenin kapılarını hangi gece açık bırakacağını bildirmek istemiş. Yalnız böyle bir mektubun yakalanması kellesini götüreceği için çok gizli bir yol bulmalıymış. 

Çağırmış bir köleyi, “Vatanına çok büyük bir hizmette bulunacağını” söyleyip saçlarını kazıtmış, ihanet mesajını kafa derisine yazmış ve onu bir hücreye atarak saçlarının uzamasını beklemiş.

Bu durumda haberci yakalansa bile üstünde bir mektup bulunamayacağı için vezir kelleyi kurtaracakmış.

Günü gelince köleyi yola çıkarmış, köle öteki kaleye ulaşınca, kafasını tıraş etmelerini söylemiş.

Bunun üzerine tıraş edilerek sultanın huzuruna çıkarılmış; sultanın mesajı rahatça okuyabilmesi için kafasını eğmiş.

Sultan mesajı okumuş ve gülümsemiş.

Çünkü mesajın altında, “Okuduktan sonra bu mektubu yırtın” yazılıymış.

Ve mektubu yırtmışlar. 

Günümüzde de işler aynen böyle yürüyor.

ICinizden biri

Terim mi termin mi?

Posted by reference on August 03, 2018
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Melih Cevdet Anday’ın denemeleri keyifle okunası kitaplardandır. Aydın kişiliğini çokça konuşturur bu yazılarında. Felsefesiz Yaşamak adlı kitabının “Şiirimiz Romantik mi?” başlıklı yazısında terim ve termin kelimesine değinmiş ve bizi o aydınlık yüzüyle aydınlatmıştır. Bu ışığı size ulaştırmak için de elçilik görevini yapmayı kendimize bir borç bildik:

…“Romantik” sözcüğü bir edebiyat terminidir. Ben, okurum belki gözlemleşmiştir, “terim” demiyorum da “termin” diyorum. Önce bunun ne demek olduğuna değinelim de, sonra benim niçin “termin”i yeğlediğim üzerinde dururuz.

     “Terim” için ansiklopedi şöyle diyor.

     “Konuşma dilinde pek kullanılmayan, bilim ve sanatla ilgili bir kavram belirten kelime.” Ve sözcüğün Türkçe termek, toplamaktan geldiğini belirtiyor.

     Oysa romantik sözcüğü ile konuşma dilinde oldukça sık karşılaşırız; bu yüzden onu termin saymayacak mıyız?

     Sonra ben termek sözcüğünü bilmiyorum da, toplamak anlamında dermek, derlemek dendiğini biliyorum. Üstelik terim kavramının “toplamak”la bir ilişiği yok.

     Bunun Fransızcası olan terme, sanır anlamından başka bitim, son anlamlarına da geliyor. Biz sözcüğün bu ikinci anlamını terminal derken kullanıyoruz. Sanır anlamına gelince Latinlerde sınır tanrısının adı Terminus idi, bundan gelen terme, bilimsel, sanatsal bir kavramın sınırını kesin olarak çizmek anlamını taşır. Terminologie ise termin bilim demektir.

Görülüyor ki sözcüğün Batı dillerindeki karşılığında “r” ile “m” arasında “i” yok. Oysa biz hem “terim” diyor, hem de “terminoloji”yi kullanıyoruz. Eğer bizdeki terim, doğruysa neden teriminoloji demiyoruz?

      Aklım Almıyor.

Bir iki felsefecimize açtım bu konuyu, “Yapacak bir şey yok, alışıldı terim”e dediler. Daha bunun üzerinde kesinliğe varmadan felsefe terminlerimizi nasıl düzenleyebiliriz.

ICinizden biri

“Burjuva” kelimesi nereden geliyor?

Posted by reference on August 03, 2018
Tanıtım ve Duyurular / No Comments

Hangi kitapta neyle karşılacağını bilemez insan. Bunca kitap arasında seçici davranmakla birlikte hiç beklemediğiniz kitaplarda enteresan bilgilerle karşılaşmak mümkün.

Burjuva kelimesinin nereden geldiğini Mehmet Ali Kılıçbay imzalı,  konusu ahşap olan Ahşabın Öyküsü adlı kitapta bulacağımızı hiç tahmin edemezdik; ama bulduk işte. Bu bilgiyi de sizinle paylaşalım istedik.

Söz konusu kitapta Kapının Sapı adlı kısımda burjuva kelimesinin nereden geldiğini açıklıyor yazar. 

Yazar kapılardan bahsederken bir zamanlar kentlerin de kapılarının olduğunu paylaşır.

“Tarihin çok, ama çok uzun bir süresi boyunca, kentte yaşayanlar kendilerini göçebelere, barbarlara, yabancılara karşı korumak zorunda hissetmişlerdir. Kent, çok yakın tarihlere kadar, surlar demektir. Bugün Batı dillerinde kullanılan Latince intra muros (sur içi) tabiri, aslında bizatihi kenti tanımlamaktadır. Yani çok yakın atalarımıza kadar, insanlık tarihinin derin zihniyet damgalarından biri olarak, kent ile sur içinde olma arasında bir özdeşlik kurulmuştur.

Kentin kapalı bir alan olmasının en tipik göstergelerinden biri, sur içiyle sur dışını (extra muros) temasa geçiren veya bu teması sona erdiren unsurun kapılar olmasıdır. Bir kent kendini ylnızca istilacıya karşı savunmaz, aynı zamanda kentsel mahremiyetini yabancılara karşı korur. Bu koruma kapılar aracılığıyla yapılır. Şehre girenler/girebilenler, girmeye hakkı olanlar ve olmayanlar, sur kapılarında denetlenir. Bu açıdan kapı, bir şehrin kendisine biçtiği imajın devamının/sürekliliğinin güvencesidir. Böylece, yabancı, deli, cüzzamlı, dilenci vb. şehir kapılarından içeri alınmaz veya es kaza girmiş olanlar veyahut şehrin kendi ürettikleri varsa, buradan dışarı atılır, infazlar da kapı yakınlarında yapılır.”

Sıkı durun burjuva kelimesinin nereden geldiğine geliyoruz.

“Bu bağlamda, bir şehir genişleyip, surlarının dışına taşarsa, taşmaya başlarsa, ilk önce şehrin imgesine en fazla zarar veren unsurlar dışarı çıkartılırlar. Örneğin, ortaçağın sonlarında endüstrinin gelişmesi sonucu genişleyen ve surlarının dışına taşan şehirler, önce derici, boyacı gibi ağır kokulu ve pislik yaratan meslek dallarını dışarı atmışlardır. Ama bu, şehir endüstileşip ticaret ağlarının içine girerse, kapıların dışında ticari ve endüstriyel bir mahalle oluşur ve buna burgus (burç) adı verilir. Burada oturanlara da burjuva. İşte, tarihin garip cilvelerinden biri olarak, ortaçağ şehrinin kapının önüne koyduğu burjuva, 16. yüzyıldan itibaren başlayan ve sanayi devrimi ile zirvesine çıkan bir süre içinde, en kentli unsur haline gelmiştir. Kapının önüne konulmanın bedelini, kentin kalbini fethederek ödetmiş ve bu fethini damgalamak ve mühürlemek üzere kapılarını ortadan kaldırmıştır. Burjuvazinin kenti kapısızdır, her gelene açıktır, çünkü denetim açık kapılarda değil, iktisadi mekanizmaların içinde yapılmaktadır.”

ICinizden biri