Layne (1994)

Giriş (N.Muğurtay): Realistler Demokratik Barış Teorisi’ne hangi saiklerle karşı çıkar?

Demokratik rejime sahip ülkeler neden birbirleriyle çatışmazlar? Öncelikle, Demokratik Barış Teorisi’ni oluşturan iki ayrı akımdan bahsetmek mümkün: birincisi norm-temelli ya da sosyolojik bakış açısı (Russett, 1993), ikincisi ise demokratik barışı rasyonel seçim teorileri ile açıklamaya çalışan yaklaşımlar (Fearon 1994,1995: Mesquita et al. 1999).

Bu makaleyi okumadan önce Russett (1993) makalesi okumak gerekir.

Layne (1994) makalesinin yazıldığı zamanı ayrıca göz önünde bulundurmak gerekir. 1993 senesi Soğuk Savaş’ın bittiği ve dünyadaki güç dengesi üzerine çokça tartışma yürütüldüğü bir dönemdir. Dünyada demokratik rejimlerin sayısının artması durumunda, savaş ihtimalinin de azalacağı düşüncesi dönemin aurasına uygun bir şekilde destek bulmuştur. Bu durum aynı zamanda batılı devletlerin dış politikasında da belirleyici argümanlardan biridir. Soğuk Savaş sonrasında Demokratik devletlerin yabancı devletlere yaptıkları demokrasi yardımını ve Soğuk Savaş sonrası batılı dış politikayı bu minvalde düşünmek gerekir.

Layne bu tartışmaya ilk önce Demokratik Barış Teorisi’ni analiz eder, sonrasında da realist argümanları öne sürerek DPT’ye karşı çıkar. Bunun aynı zamanda dış politikaya yönelik üstü kapalı, dahası inceden bir uyarı olduğunu düşünmek de mümkündür.

Günümüzdeki etkisi zayıflamış olsa da Demokratik Barış Teori’sine önemli karşı çıkışlardan biri olması açısından, Layne (1994) makalesi Uluslararası İlişkiler Teorisi’nin önemli yapıtaşlarından birisidir.

Layne, C. (1994). Kant or Cant: The Myth of the Democratic Peace. International Security, 19(2), 5.

Demokratik Barış Teorisi ve Realizmin (bu makalede aslında neorealizme gönderme yapıldığını not etmek gerek) birbirini dışlayan iki Uluslararası İlişkiler teorisi olduğunu söylemek mümkün. Russett (1993) kitap özetinde belirtildiği gibi devletlerin demokratik karakteri, yani iç siyasi kurumları/normları dış politikada doğrudan etkilidir. Eğer demokratik normları içselleştirmişseniz, başka bir demokratik devlete karşı da bu normları kullanabilirsiniz. Eğer ne kadar çok demokratik devlet var olursa, savaş ihtimali o kadar azalır. Bu yorum bir neorealistin cepheden karşı çıkacağı bir argüman içerir. Neorealistlere göre savaşın önüne geçilememesinin sebebi uluslararası sistemdeki anarşidir. Devletler ister demokratik ister otokratik olsun bu gerçeklik değişmemektedir. Her devlet hayatta kalmak ister ve kendisini her durumda -az ya da çok- bir güvenlik sorununun (ikileminin) içinde bulur. Yani rejimler demokratikleşse bile anarşinin yarattığı belirsizlik hala vardır. Dahası, karşınızdaki devletin size karşı niyetinin ne olduğundan hiçbir zaman tam olarak emin olamazsınız.

Demokratik Barış Teorisi’ni nasıl test edebiliriz?

Ilk olarak, Layne Demokratik Barış Teorisi’nin eleştirisine metodolojik açıdan yaklaşır. Tarihteki savaşlara baktığımızda, Demokratik devletlerin birbileriyle savaşma ihtimalinin neredeyse sıfır olduğu bir gerçektir. Çok sayıda örnek istatistik olarak temel argümanı doğrulamaktadır fakat istatistiğin bize göstermediği ve Demokratik Barış Teorisi’ni test etme noktasında çok önemli bir detay vardır. Bu detay birbirlerine karşı savaşın eşiğine gelen demokratik devletlerdir (near-miss). Evet, savaş çıkmamıştır ama belli bir kızışma eşiği geçilmiş ve çoğu zaman son anda savaşın önüne geçilmiştir. İşte bu kızışma sürecinde ne olup bittiğini anlamadan Demokratk Barış Teorisini ve onun norm-temelli ve kurumsal olan farklı varyantlarını test etmek etmek çok zordur. Bu sebeple savaştan son anda vazgeçilen tarihsel örnekleri/süreçleri incelememiz gerekir. Kızışma ve savaştan vazgeçme sürecinde karar alıcılar başka bir demokratik devlete karşı nasıl davranılar? Hangi saiklerle hareket ederler? Burada belli vakalara odaklanmak ve bir süreç analizi yapmak ampirik açıdan önemlidir. Eğer gerçekten demokratik normlar etkliyse, iki demokratik devlet savaşın eşiğine geldiğinde bu normların savaşı engelleme noktasında nasıl ve hangi ölçüde etkili olduğunu analiz etmemiz gerekir. Demokratik kültür ve normlar etkiliyse savaşı engellemedeki etkisini görmemiz gerekir. Yukarıda altı çizildiği gibi bu etkiyi ancak savaşın eşiğine gelindiği az sayıda örnekte gözlemleyebiliriz. Peki bu tarihsel vakalar nelerdir?

1. ABD ve Birleşik Krallık arasındaki 1861 krizi
2. ABD ve Birleşik Krallık arasındaki 1895-96 Venezüela krizi
3. Fransa ve Birleşik Krallık arasındaki 1898 Fashoda krizi
4. Fransa ve Almanya arasındaki 1923 Ruhr Krizi

Bütün bu krizlerden ortak olan nokta bir tarafın topyekün bir savaşa hazırlandığıdır. Peki bir taraf savaşa mutlak anlamda hazırlanıyorsa diğer taraf neden savaşmıyor? Karşısındaki ülke demokratik olduğu için mi? Layne’nin bu soruya verdiği cevap olumsuzdur. Devletlerin dışsallaştırdığı (externalize) demokratik normlar burada işe yaramaz. Örneğin 1861 yılındaki ABD ve Birleşik Krallık arasındaki krizde Birleşik Krallık topyekün bir savaşa hazırlanmış, fakat ABD kendisini savaşa hazır hissetmediği için, iç savaş tehlikesi sürdüğü için, dahası  güç dengesiin Birleşik Krallık’tan yana olduğunu anladığı için  geri adım atmıştır.  ABD Fransa’dan istediği dış desteği de bulamamıştır. Bütün bunları o dönemde karar alma mekanizmalarının içerisinde olan görevlilerin fikirlerinden, yazdıklarından ve söylediklerinden elde ediyoruz. Eğer güç dengesi ABD’den yana olsaydı çok daha farklı bir durumla karşılaşabilirdik.

Fransa ve Almanya arasındaki 1923 Ruhr krizinde Almanya geri adım atmıştır. Fakat geri adım atma sebebi Fransa’nın demokratik olması değil, Fransa’nın topyekün bir savaşa hazır olması ve Almanya’nın I.Dünya Savaşı ertesindeki güçsüz konumudur. Yoksa Almanya Ruhr üzerindeki hakkından vazgeçmiş değildir, Versay anlaşmasını çöpe atmak için fırsat kullanmaktadır. Alman halkı Fransa’nın Ruhr işgali karşısında kızgın ve savaş taraftarıdır. Sonunda Fransa Ruhr’ı işgal etmiş ve Alman halkının bütün savaş taraftarlığına rağmen Almanya geri adım atmıştır. Fransa ise fiili olarak Versay anlaşmasının yürürlükte kalmasını sağlamıştır. (savaş tazminatı) Fransa Ruhr’ı işgal ettiğinde “Almanya’nın demokrasiye sahip olduğunu” aklına getirmemiştir çünkü Almanya demokratik de olsa da tekrardan güç kazanıp savaş çıkarabilir. Birinci Dünya Savaşı’nda elde edemediği imtiyazları başka bir savaşla elde edebilirdi. Dolayısıyla Fransa Ruhr’ı işgal etmek için tereddüt etmemiştir, güçlü olduğu için ve güç dengesinde Demokratik Weimar Almanya’sını zayıf konumda bırakmak için işgal girişiminde bulunmuştur.

Söz konusu çatışmalar savaşa evrilmemiştir çünkü realizmin öngördüğü saikler bir tarafın geri adım atmasını sağlamıştır. Askeri güç asimetrisi, ekonomik güç asimetrisi,  karşı tarafın ısrarı, saldırgan niyetlerin açığa çıkması, karşı tarafın savaş taraftarlığı vb. gibi sebepler bütün karar alma süreçlerinde etkili olmuştur. Bunu tarihsel kayıtlardan ve süreç analizinden anlayabiliyoruz. Fakat Demokratik Barış Teorisi’nin argümanları geçerli olsaydı bu tarihsel kayıtlarda en azından karar alıcıların demokratik normlara yaptığı vurguyu görmeliydik.