Archive for August, 2017

Salağa Yatan İnsan

 

Dünyanın çivisi salt kötü insanlar sebebiyle değil, iyi gözüken, iyi gözükmek bir yana ne yapıp edip tüm pisliklerine kılıf uyduran ve uydurdukları bu senaryoya ilk önce kendileri inananlar sebebiyle çıktı, çıkmaya da devam ediyor. İnsanlar ne kadar kötü olurlarsa olsunlar kötü olmayı kendilerine genel olarak yakıştıramıyorlar. Bu kötülüğü kendine yakıştıramama durumu neredeyse tüm kötülüklerde görülebiliyor. Örneğin geçenlerde bir televizyon programında sapık bir adam vardı, sunucu ne yaptı etti adama küçük bir kıza tecavüz ettiğini ve sonra cesedini bir yere gömdüğünü itiraf ettirdi. Adam gözyaşları içerisinde durumu anlatırken tam olarak şöyle diyordu, “ben başka kadınlarla para karşılığı ilişkiye girmek istedim, hepsi paramı aldı ama benimle ilişkiye girmedi, bu olanlar da bu sebeple oldu.” Bunu öyle bir inanmışlıkla söylüyordu ki adamın yaptığı işin suçunu onunla parasını aldıkları halde yatmayan kadınlara yüklediği net bir şekilde belli oluyordu. Eğer kadınlar onunla yatsa o da çocuğa tecavüz etmeyecekti, sonuçta o da bir erkekti ve bu onun doğal bir ihtiyacıydı. Evet, adam salağa yatıyordu, kendine küçük bir çocuğa tecavüz etme ve öldürme, kısacası sapık yaftasını yakıştıramıyordu ve bu sebeple suçu başkalarına atıp kendini aklamaya çalışıyordu.

Bir başka örnek de günümüz Türkiye’sinde bolca görülen maddi meselelerdeki salağa yatma durumu, yani yolsuzluk. Ben bizzat kendi gözlemlerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki yolsuzluk yapan insanların bir tanesi bile yolsuzluk yaptıklarına, hırsız olduklarına inanmıyor. Mesela adamın biri devletteki bağlantıları sayesinde bir rant elde ediyor haksız olarak ve önemli miktarda haksız kazanç elde ediyor, daha da önemlisi başkalarının haklarını yiyerek. Sonra bu adam haksız bir şekilde elde ettiği bu kazancın bir miktarıyla gidiyor x bir derneğe bağışta bulunuyor veya bir okul yaptırıyor ya da birkaç öğrenci okutuyor. Sonra adamın zihninde şöyle bir düşünce hasıl oluyor: Tamam ben belki uygun olmayan yollarla kazancımı arttırıyorum ama bu parayı kazanmasam yaptığım yardımları kim yapacak, sonuçta benim yaptığım işin sonucu hayırlı bir iş. Evet gördüğümüz gibi bunlar da salağa yatıyor. Mesela hayır yaptığını iddia eden bu kişiler 100 bin TL’lik arabaya binmek yerine 500 bin TL’lik arabaya biniyor; işçisine on vereceğine üç veriyor; elde ettiği kazancı çok daha fazla hak eden sayısı belirsiz onlarca kişinin rızkına mani oluyor; adam kayırmacılığın sistematik hale gelmesine ve liyakatin gerilemesine sebep oluyor;  büyük planda ise tüm ekonomik sistemin altını oyuyor. Ama sorsan on tane öğrenci okutuyor, bir de okul yaptırmış. “Adam pisliğin teki çıktı Rıza Baba”, ama sorsan on numara beş yıldız Müslüman.

Ben de oturuyorum bunları düşünüyorum. Düşünüyordum. Sonra Karamazov Kardeşler geldi aklıma. Kardeşlerden İvan’ın şeytanla görüştüğü bölümü tekrar okudum bu niyetle. Kitabın ilgili bölümünü tekrar okuyunca durdum, tam o anda Dostoyevski’nin ne kadar büyük bir roman yazarı olduğunu değil de, ne kadar derin bir insan olduğunu kavradım tekrardan, biraz geç de olsa. Bu seviyedeki bir insanın romanını okumak, bu roman aracılığıyla o insanla sohbet etmek, böyle insanların da var olduğunu bilmek beni heyecanlandırdı. İçten bir vay be dedikten sonra bir kere daha okudum. Abartmadığımı ve o bölümün neden benim için bu kadar değerli olduğunu anlamanız ve benim size anlatabilmem için önce ilgili bölümü, İvan’ın şeytanla görüşmesinden ve sonrasında bu görüşmeyi kardeşine anlatışından bir kaç parçayı okuyalım:

“Kabussun sen. Benliğimin, daha doğrusu bir parçamın düşüncelerimle duygularımın, ama en kötüsü, en anlamsızlarının ete kemiğe bürünmüş şeklisin…”

“Sana küfrederken, kendime küfrediyorum! diye yeniden güldü İvan. Sen, bensin; değişik bir suratla kendimsin. Kafamdan geçenleri söylüyorsun, yeni şeyler söyleyecek durumda değilsin.”

 

Ivan, Şeytan’ı gittikten sonra kardeşi Alyoşa’ya biraz önce yaşadıklarından bahsediyor:

“Ve o aslında benim Alyoşa: Ben kendim… İçimdeki bütün alçaklıklar, aşağılıklar ve küçüklükler! Evet, “romantik”in biriyim, bunu anlamış o… gerçi iftira ya… Son derece aptal, ama başarısı da bundan geliyor. Kurnaz, hayvanca kurnaz, beni çileden çıkarmanın yolunu biliyor. Hep ona inanıp inanmadığım yönünden tutturuyordu, böylece dinletti kendini. Çocukçasına kandırdı beni. Şunu kabul etmeli ki, hakkımda epey de doğru şey söyledi. Ben kendi kendime bunları asla söyleyemezdim.”

“Ben kendi kendime bunları asla söyleyemezdim.” Kendi kendimize asla söyleyemediğimiz, kendimize bile itiraf etmekten korktuğumuz yanlarımız. İşte bu korku sebebiyle İvan’ın aksine, insanlığın büyük bir bölümü kendi kendilerine asla söyleyemeyecekleri şeyleri hep inkar ettiler, salağa yattılar. Tatlı uykuları kaçmasın diye; çevrelerinde yaşanan ve bizzat kendilerinin de dahil oldukları yalan ve karşılıklı çıkar üzerine kurulmuş düzende keyif sürebilmek için; yüzlerine güldükleri insanların arkasından rahat rahat sövebilmek için; olmadıkları kişi olarak rol yapıp etrafa caka satabilmek için; inandıkları dinin yasakladığı her şeyi yaptıkları halde hala cennetlik olduklarını düşünebilmek için; aşağılık varlıklar oldukları halde yüce bir varlık olduklarını zannedebilmek için salağa yattılar. Ne yaptılar, nasıl başardılar bilmiyorum ama vicdanlarını arka koltuğa oturttular ve şeytanın rotayı belirlemesine razı oldular.

Karamazov Kardeşler’in İvan’ı  yüreklilik gösterip ön koltuğa, şoför şeytanın yanına oturup yüzleşti kendisiyle, yozlaşmış tarafıyla. Bunu başarabildi çünkü insanda ender bulunan bir özelliğe sahipti: kendi kendilerini eleştirme, kendini kandırmama, daha doğrusu kandıramama yeteneği. İvan oturdu, karşısına da kendine zerre iltimas geçmeden, en kötü, en anlamsız düşüncelerini dillendiren diğer benliğini, pis olan tarafını, şeytanını geçirdi. Normalde kendine bile itiraf etmekten çekindiği yanlarını kendisine hiç acımadan, onu vicdanen ve ruhen ne kadar zorlayacağını bile bile, hatta onu deliliğe, hayatını sorgulamaya vardıracağını gördüğü halde çekinmeden ortaya döktü. Bu dünyada hiçbir hakimin, hiçbir savcının yapamayacağını yaptı, kendini yargıladı, vicdanını sorguladı, benliğini tüm yanlarıyla birlikte sanık koltuğuna oturttu. Sadece yaptıklarını değil, aklının ucundan bir saniyeliğine bile olsa geçmiş olan çirkinlikleri de dillendirdi. Salağa yatmanın, kendini kandırmanın getirdiği konforu terk etti. Uykularından oldu. Kimsenin zorlaması olmadan, hiç kimsenin hiçbir şeyden haberi yokken yaptı bunu bir de, ne gereği var bunları düşünmenin, kendime acı çektirmenin demeden.

Bu kendini yargılama işinin ne kadar büyük ve insan için zor olduğunu kavramak için insanı Dostoyevski’den de daha iyi anlayan Allah’ın kitabına dönelim, Kuran’a:

“Nihayet Cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler – Onlar derilerine niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz derler. Derileri, bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştı ve yine yalnızca ona döndürülüyorsunuz. – Siz günah işlerken kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lakin, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz” (Fussilet 20 & 21 & 22).

Allah bize kitabında yukarıda bahsettiğimiz durumun, salağa yatmanın, aslında kötü(günahkar) insanlar arasında yaygın bir huy olduğunu belirtmiş. Salağa yatmanın onları kurtarmayacağını, onların kendilerine itiraf etmekten imtina ettikleri kötülüklerinin günü geldiğinde, yani mahşerde, mahkeme kurulunca birer birer ortaya döküleceğini, onların susup uzuvlarının konuşacağını söylemiş. Buradan şunu da çıkarabiliriz, insan genel olarak salağa yatmayı, kendini kandırmayı seviyor, başkalarındaki kusurları full hd görebilirken kendi kusurlarına sıra gelince yayını kesebiliyor. Bu şekilde, kendini sorgulamadan, kendini yargılamadan bir ömür geçirebiliyor ve bu ömrün geçtiği süre zarfında ne haksızlıklar, ne adaletsizlikler, ne zulümler yapıyor da vicdanı zerre rahatsız olmuyor.

Dostoyevski işte bu yüzden beni kendine hayran bıraktı Karamazov Kardeşler’de ve o bölümleri okuyunca yoğun bir şekilde heyecana kapıldım. Dostoyevski’nin şeytan ile görüştüğü bölüm bir insanın gerçek bir insan olması için geçmesi gereken en önemli aşamalardan birinin sembolize edilmiş bir haliydi. İyi bir insan, iyi bir Müslüman, iyi bir bakkal, iyi bir öğretmen, iyi bir esnaf artık her neyse, şu dünyada aklı olup da kendine iyi ve erdemli sıfatını yakıştırmak isteyen her kim olursa olsun, önce Dostoyevski’nin yaptığı gibi şeytanını karşısına oturtmalı ve zihninin, kalbinin en derinliklerindeki pislikleri, kötülükleri kendini en ufak şekilde dahi kandırmadan sorgulamalı ve gerektiğinde kendisine karşı olabildiğince acımasız olmalı. Ancak böyle bir sorgulamadan sonra insan kendine iyi ve erdemli bir insan diyebilir, vicdanı rahat bir şekilde yaşamayı hak eder. Hem bu dünyada mutluluğa hem de ahiret hayatında mutluluğa erişmek adına önemli bir sınavı geçmiş olur.

Posted by ayhansari on Aug 27th 2017 | Filed in Uncategorized | Comments (2)