Yeryüzünde yirmi sekiz farklı hikâye olduğu söylenir. Diğer tüm hikayeler bu hikayelerin çeşitleri, melezlenmeleridir…
Gençlikte her deneyim gibi, okumak da sıradışı bir keyif verir. Bilhassa da büyük ya da klasik tabir ettiğimiz bir yapıtı… Olgunlaştıkça ayrıntılar ortaya çıkmaya, yüzeysel olanla içerikte katmanlanan anlamların farkına varılmaya başlanır.
Gençlikteki okumalar, düzensiz, sabırsız, odaksız olabildiği için, nasıl daha iyi okuyabileceğimizi henüz bilmediğimiz ya da özdeşleşme-farkına varma için yeterince deneyim yaşamadığımız için “hayati” önem taşımasa da, özellikle estetik ve algı biçimlerinin ilerideki deneyimlere şekil vermesi açısından önem taşır.
Genellikle okunan eserden çok az şey anımsansa ya da eser hiç anımsanmasa bile okuduklarımızın etkisinin yaşamımızda nasıl olacağını önceden kesin olarak kestiremeyiz. Olgunluk çağında aynı eser tekrar okunduğunda hem tekrar okunmaktan çıkar, hem de biz değiştiğimiz, dönüştüğümüz için yeni bir okuma olarak karşımıza çıkar.
Yeni bir okuma olarak karşımıza çıkanlar, klasikler olurlar. Çünkü klasiklerde, hem dünü, hem bugünü, hem de yarını aydınlatan özellikler vardır. Geleceğin öngörüsü ve sezgisiyle, geçmişin deneyimi, birikimi, tarihsel tanıklığı klasiklerde buluşur.
Klasikler, söyleyecek sözlerini hiçbir zaman bitirmemiş eserler olduğu için klasiktir. Onlar hem bireysel zihnimizin kıvrımlarında hem de toplumsal ortak bilinçaltında, içinde yaratıldıkları kültürün izlerini taşır ve o izleri geleceğe taşır.
Klasikler, her okumada farklı hazlar verdiği için yeniden ve yeniden keşfedilmeye açık oluşuyla klasiktir. Onlar her okunuşlarında kafamızdaki yerlerini, imgelerini yeniden yarattıkları için, bizim için farklı okuma deneyimlerine dönüşürler.
Klasikler, önce yazıldıkları dili, yazıldıkları kültürü ve toplumu yüceltirler, daha sonraysa insan ruhunun-tabiatının evrenselliğini ve medeniyetini… Bu geniş temsil gücü, onun üstünde kopan eleştiri fırtınalarının tozunu bir yana atıp silkelenmesiyle sonuçlanır.
Klasiklerin bir görev, bir sorumluluk duygusuyla okunmasının ise içimizde kıvılcımlar yaratmadığı sürece büyük bir anlamı yoktur. Klasikler okurundan bu serüveni, meydan okumayı göze alıp keşfedilmeyi bekler, yalnızca özdeşleşerek okunmayı değil… Kıyaslamalar getirerek, karşı savlar üreterek, eleştirerek de okunmak ister.
Bir klasikte bulunan insanlık halleri, okur olarak bizim de kendimizi tanımamıza, kendimizi keşfetmemize olanak sağlamaktadır. Bu olanağı yaratmak için okumayız, aksine okumanın kendisi hayal gücünü coşturduğu, bizi daha anlamlı kıldığı, bir haz kaynağı olarak bu olanağı yarattığı için severiz klasikleri.
Klasikler, bir pusula gibi bize yıldızları göstermesi, geçerliliği, içeriğindeki farklılık, renklilik, derinlik, verdiği özgün mesaj ya da özgün teması, evrensel oluşu, kendi türünde öne çıkması, lider olması nedeniyle de yaygınlık kazanır. Burada zamana karşı direnmek klişesi aslında söz konusu değildir, çünkü klasikler gençlikleri, evrensellikleri nedeniyle zamanla bir yarış içinde değildir. Kendi anlamını sürekli yeniden üretir. Belki de bu yüzden ne kadar çok taklit edilmek istenirse istensin tam anlamıyla taklit edilemez.
Klasikler bize o yirmi sekiz insanlık halinin tüm çeşitlerini hatırlartır.
Klasikler, zamanında çığır açarak ölümsüzleşir. Belki de onları en çok bu yüzden severiz: Bize geçici de olsa o ölümsüzlük imkanını verdikleri ve sonsuzluk susuzluğumuzu giderdikleri için.